Silifke Kalesi

Silifke Kalesi

Göksu Nehri’nin iki yakasına kurulan Silifke; güneşli günleri, pek çok medeniyetten izler taşıyan tarihi, kültürel mirası ve doğal güzellikleri ile Akdeniz bölgemizin görülmeye değer yerlerinden biridir.

Yolunuz bu şirin ilçeye düştüğünde, eşsiz Silifke manzarasını ve Göksu Nehri’nin Akdeniz ile buluşmasını izlemeniz için Silifke Kalesi’ni ziyaret etmelisiniz.

Silifke Kalesi Nerede?

Silifke Kalesi, Mersin’in Silifke ilçesi sınırları içerisindedir.

İl merkezine yaklaşık 85 kilometre mesafededir.

Silifke Kalesi’nin Özellikleri

İlçeye hakim bir konuma sahip olan Silifke Kalesi, 185 metre yüksekliğindeki bir tepe üzerine inşa edilmiş.

Kitabesi olmadığı için hangi dönemde yapıldığı tam olarak bilinmese de, yapı şeklinden Selefkoslar döneminde yapıldığı, Roma ve Bizans dönemlerinde de geliştirildiği söyleniyor.

Yıllar içerisinde çeşitli onarımlar geçiren kale, bugün bir Orta Çağ kalesi görünümüne sahip.

Çevresi kuru hendekle çevrili olan kalenin içinde tuğla kemerli galeriler, depolar, su sarnıçları ve özelliği anlaşılamayan yapı kalıntıları bulunuyor.

Bizans döneminde yaptırılan su sarnıçlarının kısa kenarı 23, uzun kenarı 43, derinliği ise 12 metredir. Kalenin orta kısmında Selefkiya krallarının şatosu yer alıyor.

Şatonun altında ise; kayalara oyulmuş, derinliği 5, uzunluğu 18 ve genişliği 5 metre olan bir mahzen var. Mahzenin hemen yanında suyu hiç eksik olmayan bir sarnıç bulunuyor.

Çevresi 4827 metre olan kalenin  dört yana açılan kapıları mevcut.

Ana giriş kapısı güney tarafta olan kale, oval bir yapıdadır.

Osmanlı döneminde kale içine yaptırılan mescit, Sultan II. Beyazıt tarafından onarılmış.

Evliya Çelebi, Seyahatname isimli kitabında 17. yüzyılda Silifke Kalesi’nde 23 burç olduğunu, içinde bir cami ve 60 ev bulunduğunu yazmış.

Ancak günümüzde burçların bir kısmı ve kale içi yıkık olduğundan burç sayısı vermek oldukça zor.

Bugün kalede görülebilen 10 adet burç bulunuyor.

Kaleden Göksu Nehri’ne ve Ayatekla Kilisesi’ne giden bir tünel olduğu rivayet ediliyor.

Silifke Kalesi’nin Tarihi

Silifke’de M.Ö. 6000’li yıllardan bu yana yaşam olduğu biliniyor. Fakat bölgeye yerleşen ilk insanların kimliğine dair herhangi bir bilgi bulunmuyor. Tarih kaynakları, M.Ö. 3000 yıllarında bölgeye Luvilerin yerleştiğini ortaya koyuyor.

Silifke Kalesi inşa edilmeden çok önceleri bölge sırasıyla Arzava Krallığı, Kızvanta Krallığı, Kilikya Krallığı ve Perslerin himayesine geçmiş.  Makedonya Kralı Büyük İskender’in, Perslerin Silifke çevresindeki egemenliğini bitirmesi üzerine, Silifke bölgesi Makedonya topraklarına katılmış.

Büyük İskender 33 yaşında hastalanarak öldüğünde, hiç çocuğu olmadığı için topraklarını 3 generale bırakmış. Bu paylaşım sonucunda Silifke ve çevresi Selefkos Nikador’un olmuş.

Selefkos Nikador, Taşucu’nda bulunan Holmi Limanı halkını bugünkü Silifke’ye getirmiş ve kendi adını verdiği Selefkiya’yı (Silifke) kurmuş.

Silifke Kalesi de bu dönemde inşa edilmiş. M.Ö. 280 yılında Selefkos Nikador öldürülmüş ve bu tarihten sonra Silifke’yi Selefkiya soyundan hiç kimse yönetmemiş. Selefkos Nikador’un ölümünden sonra Silifke, Mısırlıların eline geçmiş. Bunun üzerine Selefkoslar yönetime III. Antiokhus’u getirmiş. Antiokhus, Silifke’yi Mısırlıların elinden geri almış. Yıllar sonra yaşanan mali kriz nedeniyle tapınaklardaki altınları kullanmaya başlayan Antiokhus, halk tarafından öldürülmüş. Yerine geçen oğlu Selefkos Filipator ise veziri tarafından öldürülmüş.

Selefkos Filipator’dan sonra başa geçen oğlu II. Dimitrius da öldürülmekten korktuğu için idareyi vezirine bırakıp Silifke Kalesi’ne saklanmış. II. Dimitrius bir türlü tahta çıkmayınca yerine çocuk yaştaki oğlu getirilmiş.

Bölgede karışıklıklar çıkmaya başlayınca Azerbaycan ve Doğu Anadolu’daki ermeni Kralı III. Tigran tahta çıkması için çağırılmış. Son Selefkos Kralı Pilapos ise, Ermeni kralına karşı çıkmış ve bu karşı çıkmanın sonu ölümle bitmiş.

Pilapos’un yerine geçen oğlu II. Pilapos da ölüm korkusuyla saklanmış. Bu sırada, Ermeni Kralı Tigran da bölgeye saldırınca Selefkoslar; Silifke ve Antakya olmak üzere ikiye bölünmüş. Vergilerin çokluğuna dayanamayan Silifkeli Selefkoslar sarayı ele geçirip ateşe vermişler, Silifke’yi yakmışlar.

Aynı dönemde Suriye Selefkosları Ermeni Kralına teslim olunca Silifkeli Selefkoslar da Ermeni Kralını tanımış.

Bölgede yaşanan idari boşluktan dolayı Silifke ve civarı korsan yatağına dönüşmüş. Akdeniz’de oluşan korsan tehlikelerini önlemek isteyen Roma Kralı Pompeyus, M.Ö. 64 yılında Selefkoslar ülkesini Roma topraklarına dahil etmiş.

Sonraki yıllarda Silifke ve çevresi, Galya Kralı Amyntas’a hediye olarak verilmiş. Galya Kralı Amyntas’ın ölümü üzerine Kapadokya Kralı Arhelaos’a verilen Silifke ve çevresi, Arhelaos ölünce yeniden Romalılara geçmiş. Roma İmparatorluğu, Bizans ve Batı Roma olarak ikiye bölününce Silifke, Bizans toprakları sınırlarında kalmış.

Selçuklu Hükümdarı Alparslan’ın Anadolu fethinde görevlendirdiği Afşin Bey, 1067 yılında Karaman üzerinde Silifke’ye gelmiş,  böylelikle Silifke Selçuklular ile tanışmış.

Daha sonrasında bölgeye Müslüman Oğuz boyları yerleşmiş.  1228 yılında Anadolu Selçuklu topraklarına geçen Silifke’nin adı Kamareddin olarak değiştirmiş. Daha sonrasında bu şehre İçel denilmiş. Selçuklu’nun zayıfladığı dönemde bölgeye Karamanoğlu Beyliği yerleşmiş.

Bu dönemde göçebe bir hayat süren Türkmenler çevredeki Ermeni kalelerini ele geçiriyormuş. 1231 yılında adı İlyas olan bir Türkmen kendisine baba lakabı vererek bir tarikat kurmuş. Bu bölgede yaşayan Nure-Sufi adında bir kömürcü de Baba İlyas’ı ziyaret etmiş ve tarikata katılmış.

Zaman zaman Silifke Kalesi’ndeki Ermeni tekfuru ziyaret eden Nure-Sufi, bir gün silahlı adamları gizlice kaleye sokup Tekfur’u öldürtmüş ve Silifke kalesini oğlu Karaman’a hediye etmiş. Bu olay ile cesaretlenen Karaman, Lande’yi alıp ismini Karaman olarak değiştirmiş. Karaman’ı başkent yapmış, Silifke ise kendisine bağlı bir yer olarak kalmış.

Sonraki dönemde Karaman, Ermeniler ile savaşmaya devam etmiş. Kıbrıs’tan gelen bir komutan şehri yağmalamış ve Müslümanları öldürmüş. Bu olay üzerine Hamit, Aydın ve Devletşah Beyleri kendi aralarında birleşmişler.

Daha sonraları Karaman Bey, Türkmen beyleri ile anlaşarak Ermeniler ile savaşa başlamış. Günler süren savaşın sonunda Ermeniler kaçmışlar. Bunun üzerine Karaman Bey, yüz bin sikke Flori, bin parça kumaş ve Silifke Kalesi karşılığında Ermenilerle barış yapmış.

Bunun üzerine Silifke Kalesi’nin yönetimi Hamit Bey’e, Silifke ve civarının yönetimi ise Aydın Bey’e bırakılmış.

Silifke Kalesi, 1471 yılında Sadrazam Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı Devleti’ne kazandırılmış. Silifke’nin savaşsız bir şekilde Osmanlı’ya teslim edilmesinden sonra II. Beyazıt,  Ermenek merkez olmak üzere Silifke’yi Karaman eyaletine bağlamış.

Gedik Ahmet Paşa’nın başarılarından rahatsızlık duyan Uzun Hasan, Karaman beylerini yanına alarak Osmanlı’ya saldırmış. Osmanlı kuvvetlerine yenilen Karaman beylerinden Pir Ahmet, Uzun Hasan’ın yanına kaçarken, Kasım Bey ise İçel’e sığınmış.

Kasım Bey, daha sonra dışarıdan da yardım alarak Silifke Kalesi’ni Osmanlı’dan geri almış. Bu gelişmeler üzerine Gedik Ahmet Paşa Silifke Kalesi’ni almak için yeniden harekete geçmiş.

Önce kalenin topçularını gizlice ele geçiren Gedik Ahmet Paşa, kaledeki barut mahsenini ateşe verdirmiş. Patlama olunca kale duvarları yer yer çatlamış, kale içindeki evlerin büyük bölümü göçmüş. Açılan gediklerden saldırıya geçen Osmanlı ordusu kaleyi geri almış.

Silifke, 1487 yılında Osmanlı Devleti’nin Karaman eyaletine bağlı bir sancağı olmuş. 1571 yılında ise, Kıbrıs’ı güçlendireceği düşüncesiyle İçel ismiyle Kıbrıs’a bağlanmış.

1831 yılında ise Adana’ya bağlanan Silifke, 1918 yılında İçel adıyla sancak ilan edilmiş. 1933 yılında İçel’in merkezi Silifke’den Mersin’e taşınmasıyla Silifke il özelliğini kaybetmiş.

Silifke Kalesi Efsanesi

Doğrudan kale ile ilgili olmasa da, Silifke’de dilden dile dolaşan bir efsane vardır. Bu efsaneye göre; bir zamanlar Silifke’de tabut çivisi yapan bir demirci yaşarmış. Bu adamın karısı inanılmaz güzelmiş. Dönemin hükümdarı şehirde dolaşırken demircinin karısını görür ve ona aşık olur.

Hemen kadını yanına almak ister ancak adamları kadının evli olduğunu söyler hükümdara. Bunun üzerine hükümdar kadının kocasını öldürtmek için bir plan yapar. Kadının kocasını yanına çağırtan hükümdar, demirciye acil çivi lazım olduğunu söyler ve günde kaç çivi yapabildiğini sorar. Demirci günde 500 çivi yapabildiğini söyler.

Hükümdar 500 çivinin yeterli olmadığını söyler ve ertesi güne kadar 1000 çivi yapmasını emreder.  Demirci ise, “Aman Hükümdarım! Benim elimdeki alet ve edevat günde 1000 çivi yapmaya elverişli değil. 1000 adet çiviyi bir günde yetiştiremem” der. Hükümdarın cevabı, “Ben anlamam. İstediğim miktardaki çiviyi yarına kadar mutlaka yetiştireceksin. Yoksa boynunu vurdururum” olur.

Kaderine razı olan demirci tezgahının başına döner ve çivileri yapmaya başlar. Sabaha kadar tüm gücüyle çalışır ama ancak 200 çivi yapar. Demirci gün doğumuyla birlikte, yorgun ve bitkin halde ölüme götürüleceği anı beklemeye başlar.

Çok geçmeden kapısı çalınır. Çaresiz bir halde kapıyı açan demirci, karşısında elleri mızraklı iki muhafız görünce korkudan bayılır. Hükümdarın adamları da şaşırır bu duruma. Bir süre sonra ayılan demirciye, neden bu kadar çok korkuttuğunu sorarlar.

Demirci de olanı biteni anlatır. Bunun üzerine hükümdarın adamları demirciye korkmaması gerektiğini, hükümdarın öldüğünü ve tabutunu çakmak için çivi almaya geldiklerini söyler. Bu sözleri duyan demirci ellerini açıp “Ohh, sabahı güzel Silifke, gün doğadan neler doğar” der.

Bu efsaneyi Silifke halkı yıllardır anlatır durur. Çünkü gerçekten de Silifke’nin sabahları çok güzeldir. Ve bu güzel sabahları izleyebileceğiniz en doğru adres Silifke Kalesi’dir.

What do you think?