Öğrenciye zekât

Öğrenciye zekât

Sual: Tam İlmihal’de, nisaba malik olsalar bile, ilim öğrenen ve öğretenlere zekât vermek efdaldir diyor. Yani bugünkü profesörlere ve üniversite öğrencilerine zengin de olsalar zekât verilir mi denmek isteniyor?

CEVAP
Hayır. Ancak din ilmi tahsil eden ve din ilmi öğretenlere zekât vermek caizdir.

Zengine zekât verilmez
Sual:
Bir hoca, zengin de olsa her çeşit öğrenciye zekât verilebileceğini söyledi. Zekât fakirin hakkı değil mi? Zengine nasıl verilir? Öğrenci olmanın ayrıcalığı nedir?
CEVAP
Her çeşit öğrenciye zekât verilmez. Müslüman ve fakir olma şartı aranır. Fakir olmayan öğrencilerden biri istisnadır. O da din ilmini öğrenen ve öğretenlerdir. Din kitaplarında şöyle bildiriliyor:
Din bilgilerini öğrenmekte ve öğretmekte olanlar da, zengin olsalar bile, çalışıp kazanmaya vakitleri olmadığı için zekât alabilirler. (Dürr-ül-muhtar)

İbni Abidin hazretleri Dürr-ül-muhtarın bu ifadesini açıklarken buyuruyor ki:
Cami-ul-fetava’da bildirilen hadis-i şerifte, (İlim öğrenmekte olanın kırk yıllık nafakası olsa da, buna zekât vermek caizdir) buyuruldu.

Bir hadis-i şerifte de, şu zenginlerin de zekât alabileceği bildirilmiştir:
Allah yolunda cihad eden, borçlu ve borcunu ödeyemeyen zengin, kendi memleketinde zengin olduğu halde, bulunduğu yerde parasız kalan ve çok alacağı varsa da, alamayıp muhtaç kalan Müslümanlar. (Ebu Davud)

Esnaf ve tüccarın zekâtı

Esnaf ve tüccarın zekâtı

Sual: Bizim tezgahımız, ham maddemiz ve işlenmiş eşyamız var. Demirbaş eşyalar var. Bunların hepsinin zekâtı verilir mi?

CEVAP
Tezgah, ticaret için olmadığı, yani satılık olmadığı, eşya imal edildiği için zekâtı verilmez. İsterse değeri milyarları bulsun. Ne kadar kıymetli olursa olsun, demirbaş eşyanın da zekâtı verilmez. Sanat sahiplerinin, imalatçıların ham maddelerinin veya işlenmiş eşyalarının zekâtı verilir.

Koltuk satan bir tüccar, mevcut koltuklarının zekâtını verir. Sattığı koltuklarından iki takımını kullanmak üzere evine alsa, zekâtını vermez.

Zeytinyağı satan bir tüccar, senede iki teneke zeytinyağı yese, bu iki teneke yağın zekâtını vermez. Ticaret için olan diğer bütün gıdalardan bir senelik ev ihtiyacı için ayrılmış olanların da zekâtı verilmez. Yani nisaba dahil edilmez.

Sual: Her eczanede sık sık mal değişir. Bu malların zekâtı nasıl hesaplanır?
CEVAP
Malın değişmesinin önemi yok. Bakkal, manav öyle değil mi? Mal önemli. Kaç liralık mal varsa onun zekâtı verilir.

Sual 1: Kuyumcu, dükkanındaki 14, 18, 22 ayar altınlardan hangisine göre zekât verecektir?
CEVAP
Yüksek ayardan vermek evladır.

Sual 2: Altınlara işçilik de hesaba katılacak mı?
CEVAP
Hurda ve işlenmiş altınlar tartılır, bunun kırkta biri zekât olarak verilir. Zekât altın olarak verildiği için işlenmiş olması veya olmaması fark etmez.

Sual 3: Altın, alış fiyatından mı, satış fiyatından mı hesap edilecektir?
CEVAP
Eldeki altının kırkta biri zekât olarak verildiği için, alış veya satış fiyatını hesaba katmak gerekmez.

Sual: Zekât için bir malın üzerinden bir yıl geçmesi lazım deniyor. Ben manavım. Kimi bir gün, kimi de bir hafta kalmıyor. Bu malların zekâtını vermeyecek miyim?
CEVAP
Malın değil, zenginliğinizin üzerinden bir yıl geçince, elinizdeki malların zekâtını vermeniz farz olur. Mesela 3 Recebde, nisap miktarı malınız olsa, elinizdeki mallar değişip öteki Recebin üçünde yine elinizde nisap miktarında mal varsa, bu malların zekâtını vermek farz olur. İsterse bu mallar elinize yeni girmiş olsun, fark etmez.

Sual: İpekböceği, balık ve tavuk yetiştiren, zekâtını nasıl verir?
CEVAP
Kıymetini nisaba dahil eder.

Sual: Ortağın biri, zekât vermezse, diğerlerine de günah olur mu?
CEVAP
Günah olmaz. Herkes kendi hissesinden mesuldür. Fakat zekât vermeyen kimse ile ortak olmak doğru değildir. Allah’ın emrini yapmayan ve fakirin hakkı olan zekâtı vermeyen kimse, başka günah da işleyebilir. Ortağına hıyânet de edebilir. Allah korkusu olmayan ne yapmaz ki?

Sual: Gölde yetiştirilen balıkların zekâtı olur mu?
CEVAP
Satınca, bu para diğer zekâta tâbi mallarla beraber nisaba ulaşırsa zekâtı verilir.

Sual: Eti ve yumurtası için tavuk ticareti yapan zekâtı nasıl verir?
CEVAP
Sene sonundaki malı, nisabı bulursa zekâtı verilir.

Sual: Birkaç ineğim var. Çok süt satıyorum. zekâtı nasıl verilir?
CEVAP
Sene sonunda parası nisaba dahil edilir.

Sual: Cıvata gibi binlerce malı, zekâtta tek tek mi saymak lazımdır?
CEVAP
Satın alınırken nasıl hesap edilmişse, öyle yapılır.

Sual: Halı ticareti yapan zekât olarak başka mal verebilir mi?
CEVAP
Veremez.

Sual: Halı imal eden, mayi sabunun, ipliğin de zekâtını verir mi?
CEVAP
Tüccar, sanatkâr, mevcut malın fiyatını, mal oluş fiyatından hesaplar. Sabun, iplik dahildir.

Sual: Gömlek diken terzi, zekâtı gömlek olarak verebilir mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Zekâtta, basmaların birkaçını ölçüp top halinde tayin caiz mi?
CEVAP
Zannı galip ile caiz.

Sual: Bir tüccar, verdiği vergiyi veya çaldırdığı malı yahut alamadığı malını zekât olarak sayabilir mi?
CEVAP
Sayamaz.

Sual: Vergi zekât yerine geçer mi?
CEVAP
Geçmez.

Sual: Miktarı ve ödeme tarihleri belli olan vergi borçları da, zekât bakımından diğer borçlar gibi mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Alacak senetlerini zekât olarak vermek caiz mi?
CEVAP
Alacak deyndir. Nisaba katılırsa da, ayn zekâtı deynden verilmez.
[Ayn = Kendinde bulunan mal (veya hazır, mevcut olan mal)
Deyn = Kendinde bulunmayan mal (veya hazır olmayan mal)]

Sual: Elden ele dolaşan hisse senedi, nisaba dahil edilir mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Zekâtı hesaplarken, hisse senetlerimin değerini nasıl hesap edeceğim?
CEVAP
O günkü piyasa değeri ne ise ondan hesap edilir.

Sual: Kamyon çekmek için önceden yatırılan paramın zekâtı var mı?
CEVAP
Yatırılan, alıcının mülkünden çıkar. Artık satıcınındır.

Sual: Altı tane sütünü sattığım ineğim var. Bunların zekâtı nasıl verilir?
CEVAP
30 tane olmadıkça ineklerin zekâtları verilmez. Gelirlerinden elinizde ne kalmışsa ve öteki paralarınızla nisabı buluyorsa o zaman gelirlerinin zekâtları verilir.

Sual: Zekât, ticareti yapılan maldan veya değeri altın olarak mı verilir?
CEVAP
Evet.

Sual: Zekât, kârdan mı verilir?
CEVAP
Zekât kârdan değil, ticaret malının veya paranın tamamından verilir.

Sual: Ticaret için inşaatım var. Sermayeyi inşaata yatırsam, yıl sonunda elde para kalmazsa, inşaatın zekâtı verilir mi?
CEVAP
İnşaata yatırılan paranın zekâtı hemen verilmez. Bir yıl sonra mevcut malın piyasaya göre değerinin zekâtı hesap edilir. Malı satınca eline geçen paradan zekât verilir.

Sual: Müteahhidim. Yapacağım evi, peşin üç yüz milyona sattım. O evi, iki yüze yapabilirim. Üç yüzden, iki yüzü çıkarınca, kalan 100 milyonun mu zekâtı verilir?
CEVAP
Hayır, tamamının zekatını verir.

Sual: Temele harcanan zekât hesabına katılır mı?
CEVAP
Evet.

Sual: Arsa karşılığı inşaatım yarım halde. Zekâtı nasıl verilir?
CEVAP
Mevcudun zekâtı verilir. Satılacak olan yarım inşaat ticaret malıdır. Arsa karşılığı verilecek daireler borç olarak kabul edilir. Zekâtı verilmez. Satılık dairelerin zekâtı verilir.

Sual: İnşaat halindeki satılık binaların zekâtı nasıl verilir?

CEVAP
Satın alınan bütün malzemenin parası, ticaret malı gibi nisaba katılır. (Binanın yapılan kısmının tahmini fiyatı değil) Veya binaların satıldıktan sonra geçmiş senelerinkini de beraber verir. (Yani inşaata başladığı ve devam ettiği senelerin.)

Zekât verilecek kimseyi araştırmak

Zekât verilecek kimseyi araştırmak

Sual: Fakir olduğunu sandığımız birine zekât verilir mi?

CEVAP
Zekât verilecek kimseyi araştırmak gerekir, zan üzerine zekât verilmez. Dinen fakir olup olmadığı araştırılmalıdır. Gerekirse kendine sorulmalıdır. Sana zekât vereceğim demeden, dinen zengin misin, fakir misin gibi sorular sormalıdır. Borcun var mı gibi. Zaten zekât verirken, bu zekâtım demek de şart değil, hediye dense de olur.

Araştırarak zekât verince
Sual
: Bazı kimselere, (Zekât vereceğim, tanıdığınız fakir kimse var mı?) diye sordum. Onlar da, (Şurada bir fakir var, ona verebilirsin) dediler. Zekâtımı verdim. Daha sonra, zekât verdiğim kişinin Müslüman olmadığını öğrendim. Zekâtım sahih oldu mu? Yeniden mi vermem gerekir?
CEVAP
Müslüman olmayana zekât vermek sahih değildir. Ancak zekât verecek kimseyi soruşturup araştırarak, zekâtını verdikten sonra, bunun zengin veya zekât verilmesi caiz olmayan biri olduğu anlaşılsa, zararı olmaz. Yani zekâtınız sahihtir. Rastgele değil, araştırarak verdiğiniz için yeniden vermek gerekmez.

Sual: Fakir olup olmadığı araştırıldıktan sonra, zekât verilen kimsenin fakir olmadığı sonra anlaşılsa, zekât yine de verilmiş olur mu?

Cevap:
Zekât verilebileceğini soruşturup anlayarak, zekâtını verdikten sonra, bunun zengin veya gayr-i müslim zimmi yahut ana, baba, evlat veya kendi zevcesi, hanımı olduğu anlaşılsa, zararı olmaz. Yani kabul olur. Nehr-ül-Fâikte deniyor ki:
“Zekât verilecek olan kimse, fakirler arasında bulunuyor ve onlar gibi ise yahut fakir olduğunu söyleyip, zekât istemiş ise, bu kimsenin zekât almaya hakkı olup olmadığını araştırmaya lüzum yoktur. Buna zekât verince, soruşturarak, araştırarak vermiş sayılır.”

Zekâtta vekalet ve vekil

Zekâtta vekalet ve vekil

Sual: Fakirim. Adıma zekât alması ve isterse bunu kullanması için başkasına nasıl vekalet vermeliyim?

CEVAP
Vekalet verirken, (Adıma zekât almak ve dilediğin yere harcamak üzere seni vekil ettim) demeniz yeterlidir. Bir kişiyi vekil etseniz, o başkasını, o da başkasını vekil edebilir.

Sual: Fakirden zekât için vekalet alınınca zengin olana veya iptal edene kadar mı geçerli olur?
CEVAP
Evet.

Sual: Fakir vekili zengin, vekili olduğu fakire zekât verebilir mi?
CEVAP
Verebilir.

Sual: Zekâtın kim tarafından verildiğini fakire bildirmek şart mı?
CEVAP
Zekâtın kim tarafından verildiğini söylemek şart olmadığı gibi, bu zekât demek de şart değildir. Hediyemizdir demek de kâfidir.

Sual: Birkaç senedir bir fakirin vekiliyim. Her sene vekaletin yenilenmesi gerekir mi?
CEVAP
Gerekmez. Yenilenirse de mahzuru olmaz.

Sual: Zekâtını vermek üzere biri beni vekil etti. Ben de başkasını, o da başkasını vekil edebilir mi?
CEVAP
Zincirleme olarak sonsuza kadar vekalet verilebilir.

Sual: Fakir ve dul bir kadına biri para vermiş ve bu zekât parasıdır istediğine ver demişler. Kadın, ben bu parayı kullanabilir miyim diye soruyor.
CEVAP
O para ile altın alırsa zekât dine uygun verilmiş olur.

Sual: Zekât için umumi vekil olan, kendi anasına zekât verebilir mi?
CEVAP
Vekil olduğu için verebilir.

Sual: Babasından umumi vekalet alan, zekâtı kardeşine veremez mi?
CEVAP
Veremez.

Sual: Fakir vekili babasından zekât alabilir mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Zengin biri, fakir olan bir yakınından vekalet alsa, zekât alabilir mi?
CEVAP
Vekil, asıl gibidir. Vekalet aldığı kimse adına hareket ettiği için zekât alabilir. Ancak zengin olduğunu bilenlerin suizannına sebep olmamak için, vekil olduğunu bildirmelidir.

Sual: Zekât veya sadaka-i fıtır verirken, vekil olanın, illa sahibinin ismini söylemesi gerekir mi? Kendi adına bu benim zekâtım dese veya hediyem dese caiz olur mu?
CEVAP
Evet caiz olur. Vekilinin ismini söylemesi gerekmez. Çünkü vekil asıl gibidir.

Sual: Fakirlerin vekili olan kimse, aldığı zekâtları, habersiz karıştırıp, sonra fakirlere dağıtması caiz midir?
CEVAP
Evet caizdir. Zenginlerin vekilinin böyle yapması caiz olmaz. Fakat başka bir kavilde, caiz olduğu da bildirildi.

Sual: Zekâtta bir kimse hem zenginin, hem de fakirin vekili olabilir mi?
CEVAP
Evet olabilir.

Sual: 7-8 yaşındaki bir çocuğa, şu altını al, falancaya zekât olarak ver dense caiz olur mu?
CEVAP
Akıllı çocuk, alışverişe ve zekât vermeye vekil yapılabilir.

Sual: Zenginlerin zekât paralarını alıp, birbiri ile karıştırdıktan sonra, fakirlere verse zekât sahih olur mu?
CEVAP
Fakirlere zekât vermek için, zenginlerin vekili olan kimse, zenginlerden aldığı zekâtları birbirleri ile karıştırınca, hepsi kendi mülkü olur; fakirlere kendi malından sadaka vermiş olur; zenginlerin zekâtları verilmiş olmaz. Eğer fakirler, önceden bu kimseye izin vermişlerse, onların vekilleri olarak toplamış ve fakirlerin mallarını birbirleri ile karıştırmış olur. Bu durumda da zekâtlar verilmiş olur.

Zekâtta vekil
Sual:
Zekât vermek için, (Dilediğine ver) denilerek vekil edilen kimse, zekâtı kendi fakir hanımına veya fakir çocuğuna verebilir mi yahut fakirse kendisi de alabilir mi?
CEVAP
Üçünü de yapabilir. (Dürr-ül-muhtar)

Zekât ve adakta vekilin durumu
Sual: Zengin bir kimse, zekâtını vermek için, adak sahibi de adağını halletmek için birini vekil etse, bu vekil olan şahıs istediği gibi hareket edebilir mi?

Cevap:
Zenginin vekili, zekâtı, zenginin emrettiği kimseye verir, başkasına veremez. Eğer başkasına verirse veya kaybederse, öder. Vasiyet edilen şeyler de böyledir. Emir olunan fakire verilir. Zengin, vekiline, dilediğine ver derse, vekil kendi fakir olan çocuğuna ve zevcesine, hanımına da verebilir. Kendi fakir ise, kendi de alabilir. Halbuki, nezir yani adak böyle değildir.

Vekil, adak sahibinin emrettiğinden başkasına da verebilir. İbni Âbidîn, bu satırları açıklarken buyuruyor ki:
“Vekil zenginden aldığı altın ve gümüş yerine, kendi altın ve gümüşünü fakire verip sonra zenginin verdiğini, kendi kullanması caizdir. Fakat, zenginin parasını önce kendi kullanıp, sonra kendi parasından zekâtı verirse, caiz olmaz. Kendi için sadaka vermiş olur. Zekâtı, zengine öder. Nafaka vermek, satın almak, borç ödemek için aldığı parayı kullanan vekil de böyledir. Görülüyor ki, zekâtı kendi malından ayırıp vermek şart değildir. Zenginin vekili, zekâtı vermek için, izin almadan bir başkasını da vekil edebilir.”

Sual: Birkaç zenginin zekât vermekte vekili olan kimse, zenginlerden aldığı zekâtları karıştırıp fakirlere verse, zenginlerin zekâtları verilmiş olur mu?

Cevap:
Bu konuda Bezzâziyyede deniyor ki:
“Fakirlere zekât vermek için, zenginlerin vekili olan kimse, topladığı zekâtları birbirleri ile karıştırınca, hepsi kendi mülkü olur. Fakirlere kendi malından sadaka vermiş olur. Zenginlerin zekâtları verilmiş olmaz. Zenginlerden aldıklarını onlara ödemesi lazım olur. Fakirler, önceden bu kimseye izin vermiş olsalardı, onların vekilleri olarak toplamış olur, fakirlerin mallarını birbirleri ile karıştırmış olurdu ve zekâtlar verilmiş olurdu.”

Ziynet eşyalarının zekâtı

Ziynet eşyalarının zekâtı

Sual: Kadınların takındığı inci, zümrüt, elmas ve pırlanta gibi ziynetlerin zekâtı olur mu?

CEVAP
Kadınların altın ve gümüş hariç, başka ziynet eşyaları, ne kadar çok olursa olsun, zekât nisabına dahil edilmez. Fakat kurban nisabına dahil edilir. Yani nisabın üstünde ziynet eşyası olan kadın zengindir, kurban kesmesi vaciptir.

Sual:
Altın kaplanmış, kolye ve kordonun zekâtı nasıl hesaplanır?
CEVAP
Altın miktarı yarıdan az olan karışımın zekât hesabı, ağırlığıyla değil, kıymetiyle yapılır.

Sual: Bize ait olmayan fakat bizde bulunan ziynet eşyalarının zekâtını kim verir?
CEVAP
Kimin ise o verir.

Sual:
100 gram ağırlığında beş tane bileziğim vardı. Param olmadığı için bileziğin birini bozdurup zekâtımı vereyim dedim. Kuyumcuya giderken bileziğimi çaldırdım. Zekât vermem gerekir mi?
CEVAP
Nisaptan düştüğünüz için zekât af olmuştur. Eğer o bir bilezik ile bir mal alsaydınız, yine nisaptan düşerdiniz, fakat zekâtını da vermeniz gerekirdi, çünkü kendi arzunuzla nisaptan düşmüş olurdunuz.

Sual: Şafii’de, kadınların taktıkları altınlar zekâta tâbi midir?
CEVAP
Tâbi değildir, yani zekâtı verilmez.

Sual:
Şafii’de bir kadının bin bileziği, bin Reşat altını olsa yine mi zekâta tâbi değildir?
CEVAP
Şafii mezhebinde, (Kadının ziyneti zekâta tâbi değildir) demek, (Âdet olarak kullanılan ziyneti zekâta tâbi değildir) demektir. Ziynet olarak, bin bilezik, bin altın lira takılmaz.

Diyelim ki âdet olarak en fazla on bilezik ile on altın lira takılıyorsa, bunlar zekâta tâbi olmaz. (Kadının ziyneti 200 miskali geçerse, fazlası zekâta tâbidir) diyen âlimler de vardır. Demek ki, kadının normal ziyneti zekâta tâbi değildir. Fakat âdet olandan fazlası zekâta tâbidir. Hanbeli ve Maliki'de de kadının ziyneti zekâta tâbi değildir. Hanefi'de ise, altın kimde, nerede, ne maksatla kullanılırsa kullanılsın, nisabı bulursa zekâta tâbidir.
(Mezahib-i Erbe'a)

Gümüşün zekâtı

Gümüşün zekâtı

Sual: Tepsi, şekerlik ve ibrik gibi gümüş eşyalarının toplamı, 1 kg tutan bir kimse, bunların zekâtını nasıl verir?

CEVAP
Seadet-i Ebediyye’de deniyor ki:
(200 dirhem ağırlığında olan bir gümüş ibrik, sanat, işçilik bakımından 300 dirhem kıymetinde olsa, bunun zekâtı 5 dirhem gümüş verilir. 5 dirhem gümüş kıymetinde altın verilemez. 7.5 dirhem gümüş kıymetinde, altın vermek lazımdır.)

Gümüşün nisabı 200 dirhemdir. Bu da 672 gram eder.

Eğer gümüş olarak verilecekse, 1 kg gümüş için, 25 gram gümüş verilir. Gümüş verilmeyecekse, 25 gram gümüşün değeri verilmez, 1 kg gümüşün değeri ne kadar tutuyorsa, bunun kırkta biri kadar altın verilir. Mesela bugün, 1 kg gümüş, 600 lira ediyorsa, kırkta biri 15 lira eder. Ama zekât olarak, 15 liralık altın verilmez. Bir gümüş eşya; işçilik, sanat ve antika değeriyle birlikte, 6 bin lira ediyorsa, bunun kırkta biri olan 150 lira değerinde altın vermek gerekir. Gümüş olarak verilse idi, 25 gram gümüş vermek gerekirdi. Bu da 15 lira ederdi. Demek ki, gümüş olarak verilince 15 lira eden 25 gram gümüş veriliyor, değeri altın olarak verilince 150 liralık altın vermek gerekiyor.

Bir de şu husus var. Bir kimsenin sadece 500 gram gümüşü olsa zekât vermez. Eğer, başka parası veya altını da varsa, hepsi birlikte nisaba katılır. Mesela, 3.000 lira ile 500 gram da gümüşü varsa, gümüşün değeri, hurda gümüş olarak 300 lira olsa da, işçilik ve sanat değeri yönünden 5.000 lira ediyorsa, bu kimsenin 3.000 + 5.000= 8.000 liranın zekâtını vermesi gerekir.

Altın ve gümüşün zekâtı
Sual:
Zekât için gümüşün nisabı 200 dirhem, altınınki ise 20 miskaldir. Bunların yarısı mesela 100 dirhem gümüşle 10 miskal altını olanın zekât vermesi lazım geliyor, fakat Seadet-i Ebediyye’de, (95 dirhem gümüşle 1 miskal altını olsa ve 1 miskal altın kıymeti, 5 dirhem gümüş ise, altın nisabını doldurduğu için zekât verir) deniyor. Bu, ne 20 miskal altın, ne de 200 dirhem gümüş ediyor. Burada bir yanlışlık yok mu?
CEVAP
Verdiğiniz örnek yanlıştır. 100 dirhem gümüşle 10 miskal altını olan zekât vermeyebilir. Bu, altın ve gümüşün fiyatına göre değişir. Gümüşün fiyatı düşükse nisabı bulmayabilir. Mesela bugün için nisabı bulmaz. Çünkü 100 dirhem gümüş, 10 miskal altın etmez. Etseydi nisabı bulurdu. Gümüşün dirhemi bugün için 2,3 liradır. 100 dirhem gümüş 230 lira eder. Bununla da ancak 5,4 gram altın alınabilir. Bu da, 1 miskalden 0,6 gram fazla eder. Yani, bugün için 100 dirhem gümüş, yaklaşık 1 miskal altına tekabül etmiş olur. 10 miskal altını vardı, gümüş de bir miskal olunca, 11 miskal eder. 11 miskal altının ise zekâtı olmaz.

Seadet-i Ebediyye’de bildirilen ifadede yanlışlık yoktur. 1 miskal altının kıymeti, 5 dirhem gümüş, 95 dirhem gümüş ise, 19 miskal altına tekabül eder, deniyor. Yani 19 miskal altın değerinde gümüşle bir miskal altını olan 20 miskali bulduğu için zekât verir.

Bunun gibi, (150 dirhem gümüşle, 40 dirhem kıymetinde, 5 miskal altını olan, zekât verir) deniyor, çünkü gümüşün altına ilavesiyle nisap meydana geliyor. 40 dirhem gümüş, 5 miskal altın ediyor. 20 miskali bulmak için, 15 miskal değerinde gümüşü varsa zekât verir. 15 miskal altın ise, 120 dirhem gümüş eder. Elinde 150 dirhem gümüş olduğuna göre, zekât vermesi gerekir. Nisab gümüşe göre değil, altına göre hesap edilir. Bir örnek daha verelim:
Bugünün rayicine göre, 150 dirhem gümüşle 18 miskal altını olanın, zekât vermesi gerekir mi?

150 dirhem gümüşle, bugün 2 miskal altın alınamadığı için zekât vermek gerekmez. 19 miskal altınla 150 dirhem gümüşü olsaydı zekât verirdi. Demek ki, eldeki gümüşün değeri altının nisabını doldurursa zekât vermek gerekiyor. Mesela, 15 miskal altını olanın elinde, 5 miskal değerinde gümüş varsa nisabı buluyor demektir.

Sual: 672 gram gümüşü olan, başka altını, parası ve ticaret malı olmayan, zekatını verecek midir, kurban kesecek midir, zekat alabilir mi?
CEVAP
Efendim önce fıkıh kitaplarındaki ana kaideyi bildirelim. Tam İlmihal’de buyruluyor ki:
“Gümüşün nisâbı, ikiyüz dirhem-i şer'îdir. Bir dirhem-i şer'î, ondört kırât-ı şer'îdir. Yetmiş arpadır. Hanefîde gümüşün nisâbı, 2800 kırât veyâ altıyüzyetmişiki [672] gramdır.
Yirmi miskal altın ile ikiyüz dirhem gümüş, ortak bir nisâb mikdârını gösterdikleri için, değerlerinin birbirine eşit olması lâzımdır. Buna göre, islâmiyyetde bir miskal altın, on dirhem gümüş kıymetinde oluyor. Bu da, yedi miskal ağırlığında gümüşdür. Bir gram altın, yedi gram gümüş değerinde olur. Buna göre islâmiyyetde, para olarak kullanılan altının kıymeti, aynı ağırlıkdaki gümüş paranın kıymetinin yedi katıdır. Bugün gümüş, para olarak kullanılmıyor. Gümüş eşyânın değeri çok düşükdür.
Bunun için, kâğıd paraların ve ticâret eşyâsının nisâbını hesâb etmek için, gümüşün değeri kullanılamaz.”
“m. 1688 senesinden sonra, gümüş mikdârı altı def’a azaldı.”

“Ticâret eşyâsının kıymeti, ya’nî nisâb hesâb edildiği vaktdeki alış fiyâtı, alış-verişde kullanılan altın veyâ gümüş paradan hangisi ile nisâb mikdârı oluyorsa, onun ile hesâb edilir. İkisi ile de nisâb mikdârı oluyorsa, fakîrlere dahâ fâideli olanı ile hesâb edilir. Para olarak kullanılmayan altın ve gümüş ile hesâb edilmez. Hükûmet tarafından damgalı altın veyâ gümüş paralardan kıymeti en az olanı ile hesâb edilir. Hangisi ile hesâb edildi ise, yine onun ile zekât farz olduğu gündeki, ya’nî nisâb üzerinden bir sene geçdikden sonraki piyasaya göre, yeniden hesâb edilen kıymetinin, ya’nî alış fiyâtının veyâ eşyânın kendisinin kırkda biri verilir. Altın ile gümüşün para olarak kullanılmadığı yerlerde, başka metal veyâ kâğıd paralar, şimdi altın karşılığıdır. Böyle paralarla satın alınmış olan ticâret eşyâsının ve kâğıd paraların, fıtra ve kurbanın nisâbları, Şeyhayne “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” uyarak, damgalı altın paralardan kıymeti en az olanı ile hesâb edilir. Gümüş ile hesâb edilmez. (Keşf-i rümûz)da diyor ki, (Eşyânın kıymetleri altın ve gümüş ile anlaşılır).”

Buradan anlaşılan, paranın, ticaret eşyasının nisaba ulaşıp ulaşmadığı, altın ve gümüş nisablarının eşitliğinin bozulduğu zaman, gümüş nisabı ile hesaplanmaz altın nisabına göre hesaplanır. Ancak kişinin elinde nisap miktarı gümüşü varsa, muteber kitaplarda bildirilen yukarıdaki ana kaideye göre, bunun kırkta birini gümüş olarak zekatını verir. Bu onun, dinen zengin olduğu manasına gelmez. Sadece bu kadar gümüşü olan, kurban kesmeyebilir, zekat alabilir.

Alacakların zekâtı

Alacakların zekâtı

Sual: Çok alacağım var ama ne zaman ödeyecekleri belli değil. Zekâtını şimdi vermem şart mı?

CEVAP
Şimdi vermek şart değildir. Şimdi verilmezse, ele geçince, geçmiş yılların zekâtı da verilir.

Sual:
İflas veya inkâr edendeki alacağımın zekâtını vermem gerekir mi?
CEVAP
Kayıp olmuş, gasp olunmuş, gömüldüğü yer unutulmuş mal ve inkâr olunan alacaklar, nisap hesabına katılmaz ve ele geçerlerse, önceki senelerin zekâtları verilmez.

Sual: Bir hanım mehr-i müeccel olarak kocasından alacağı altınların zekâtını verir mi?
CEVAP
Nisap hesabına katar, fakat zekâtını vermez. Aldıktan sonra verir.

Sual:
Paylaşılmamış miras malımız var. Nisaba dahil edilir mi?
CEVAP
Miras alacakları nisap hesabına dahil edilir. Fakat ele geçmedikçe zekâtı verilmez.

Alacakların zekâtı
Sual:
(Alacak ele geçmedikçe nisaba katılmaz ve zekâtı verilmez. Nisaba dâhil etmek veya zekât vermek için alacağın banka hesabına geçmesi şarttır. Ele geçmedikçe kaç yıl borçluda kalırsa kalsın zekâtı verilmez) deniyor. Para ele geçince geçmiş yılların zekâtı verilmez mi?
CEVAP
Elbette verilir. Alacaklar ele geçmeden de zekâtını vermek caizdir.

Senetli veya iki şahitli olan yahut itiraf olunan alacaklar, iflas edende ve fakirde de olsa, nisaba katılır. Ele geçince, geçmiş yılların zekâtı da verilir.
(Seadet-i Ebediyye)

Hayvanların zekâtı

Hayvanların zekâtı

Sual: Saime hayvan dişi hayvan mıdır? Erkek hayvanların da zekâtı verilir mi?

CEVAP
Saime, yılın yarıdan fazlasında kırda, çayırda parasız otlayan eti veya sütü için yetiştirilen erkek veya dişi hayvanlardır. Yalnız yünü için, yük taşımak için veya binmek için olursa, saime sınıfına girmez, zekâtı verilmez.

Saime hayvanlar
Sual:
Evde, evin bahçesinde beslenen hayvanların zekâtını vermek gerekir mi?
CEVAP
Yılın yarıdan fazlasında, parasız çayırda otlayan hayvanlar, üretmek için, sütü için olursa, bunlara saime hayvan denir. Saime hayvan sayısı, nisabı bulursa, zekâtı verilir. Yün için, yük taşımak için, binmek için olursa, saime denilmez ve zekâtı verilmez. (Mevkufat)

Demek ki, parasız çayırda otlamayıp, evde besleniyorsa, üretmek veya eti ve sütü için de beslense yine zekâtı verilmez. Çift sürmek, yük taşımak, binmek için yetiştirilen hayvanların zekâtı olmaz.


Sığırın zekâtı
Sual:
Sığırın zekâtı nasıldır, kaç sığır için kaç tane vermek gerekir?
CEVAP
30’dan az sığırı olan, bunların zekâtını vermez. 30 sığır için bir tane, bir yaşını aşmış erkek veya dişi buzağı verilir. 39’a kadar hep böyledir. 40’tan 59’a kadar sığırı olan, bir tane, iki yaşını bitirmiş, erkek veya dişi dana verir. 60’tan 69’a kadar sığır için, iki buzağı verilir. 70 sığır için, bir dana ile bir buzağı verilir. 70’ten sonra, her 10 tane için, böyle hesap edilir. Her 30 tane için bir buzağı, her 40 tane için bir dana artmaktadır. 80 olunca, iki dana artmaktadır. Manda zekâtı da sığır gibidir. (Seadet-i Ebediyye)

Deve zekâtı
Sual:
Develerin zekâtı dişi deve olarak mı verilir?
CEVAP
Beş devesi olan, bir koyun verir. 24’e kadar dört koyun verilir. 25’ten 35’e kadar olan deve için, iki yaşına girmiş bir yavru dişi deve verilir. 36’dan 45’e kadar, üç yaşına girmiş dişi deve yavrusu verilir. 46’dan 60’a kadar, yük vurulabilecek, dört yaşına girmiş dişi deve verilir. Bundan daha fazlası için de, yine belli sayılarda dişi deve verilir. (Seadet-i Ebediyye)

Koyun ve keçi zekâtı
Sual:
Koyunun ve keçinin zekâtı ne kadar verilir?
CEVAP
Koyunun nisabı 40 tanedir, 40’tan az koyunu olan, bunların zekâtını vermez. 40’tan 120’ye kadar koyunu olan, yalnız bir koyun verir. 121’den 200’e kadar koyun için, iki koyun verilir. 201’den 400’e kadar, üç koyun verilir. 400 için dört koyun, sonra her 100 koyun için bir koyun artar.

Koyun, keçi, erkek, dişi zekâtları hep böyledir. Bir yaşını doldurmayan kuzuların zekâtı verilmez, fakat koyunu da varsa, o zaman yavrular da hesaba katılır. Deve ve sığır yavruları da böyledir. Kuzu, hiçbir zaman zekât olarak verilmez. (Seadet-i Ebediyye)

At ve eşek zekâtı
Sual:
Atın ve merkebin zekâtı nasıl verilir?

CEVAP
Erkek ve dişi atlar, bir arada ve çayırda, üretmek için beslenirse zekâtını vermek gerekir. Binmek ve yük için ise, zekâtları verilmez. Yalnız erkek atı [aygırı] olanın zekâtı olmaz, çünkü bunlar üremez. Ticaret niyetiyle beslenirse, ticaret malı zekâtı verilir. Ticaret için olmayan katır ve merkep, çok olsa da, zekâtları verilmez. (Seadet-i Ebediyye)

Atın nisabı yoktur. Her at için bir miskal [4,80 gram] altın verilir. İsterse, atların kıymetini hesaplar. Kıymetleri altın nisabını dolduruyorsa, kırkta biri kadar altın verir.

Dana ve kuzu zekâtı
Sual:
Bir kimsenin 50 tane kuzusu veya 40 tane buzağısı olsa, bunların zekâtını verir mi?

CEVAP
Bir yaşını doldurmayan kuzuların ve iki yaşını doldurmayan danaların zekâtı verilmez, fakat koyunlar ve sığırlar da varsa, yavrular da hesaba katılır. Mesela 30 koyunu ve 10 kuzusu olan zekât verir. Kuzu olarak zekât verilmez. Koyundan verilir. 20 inek ile 5 buzağı ve 5 danası olan zekât verir. 30 sığır için bir adet, bir yaşını aşmış erkek veya dişi buzağı verilir. 39’a kadar hep böyledir. 40’tan 59’a kadar sığırı olan, bir adet iki yaşını bitirmiş, erkek veya dişi dana verir.

Kürk hayvanı zekâtı
Sual:
Kürk için yetiştirilen hayvanların zekâtı nasıl verilir?
CEVAP
Hayvanların kıymeti, nisabı bulacak kadar çoksa, kıymetleri üzerinden verilir.

Sual: 274 sığırı olan ne kadar zekat vermelidir?
Cevap:
Bu hayvanlarla besicilik yapılıyorsa ticaret malı zekâtı verilir.
Yılın yarıdan fazlasında parasız çayırda otlayan hayvanlar (saime hayvan) ise hayvan zekâtı verilir.

Saime hayvan zekâtında, 30 ile 39 arası sığır için bir adet, bir yaşını aşmış erkek veya dişi buzağı verilir.
Her otuz için bir buzağı, her kırk için bir dana artmaktadır. Seksen olunca, iki dana artmaktadır.

Bu hesaba göre 274 sığırın zekâtı şöyle hesaplanabilir:
80 sığır için 2 adet dana, 160 için 4 dana, 240 için 6 dana zekât olarak verilir. Kalan 34 sığır için bir buzağı ilave edilir.

Toplamda 274 sığır için 1 buzağı (bir yaşını aşmış) ve 6 dana (iki yaşını aşmış) zekât olarak verilmelidir.

Şafiilerin Hanefi mezhebini taklit etmesi

Şafiilerin Hanefi mezhebini taklit etmesi

Sual: Yeni evlendim. Hanımım Şafii mezhebinde. Zekâtını Hanefi’yi taklit ederek verebilir mi?

CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Müslümanları sıkıştırmak, incitmek haramdır. Şafii âlimleri, kendi mezheplerinde yapılması güç şeylerin Hanefi mezhebine göre yapılmasına fetva vermişlerdir. Mesela Şafii mezhebinde sekiz sınıfın her birine zekât verilmesi gerekir. Bugün bu sınıfların hepsi olmadığı için zekât vermek imkansızdır.

Bunun için Şafii âlimleri, Hanefi mezhebi taklit edilerek zekât verilmesine fetva vermiştir. Çünkü Hanefi mezhebinde bu sınıflardan birine vermek kâfidir.) [c.3,m.22]
[Zekât verirken, Hanefi mezhebini taklit eden Şafii’nin, namazda, oruçta ve diğer ibadetlerde de Hanefi’yi taklit etmesi gerekmez.]

Sual: Şafii mezhebindeki Müslümanlar, zekât verirken Hanefi mezhebine uyarak vermektedirler. Bunun sebebi nedir?

Cevap:
Şafii mezhebine göre, zekât vermek için, zekâtın, Tevbe sûresi, altmışıncı âyetinde bildirilen sekiz sınıf insanın her sınıfına verilmesi lazımdır. Bunlardan, gönlünü alması lazım gelen kâfir sınıfı, zekât toplayan memur sınıfı ve kölelikten kurtarılacak borçlu sınıfı bugün yoktur.

Bunları bulup zekât vermek imkânsız olmuştur. Bunun için, Şafii âlimleri, Hanefi mezhebine göre zekât verilmesine fetva vermiştir. Çünkü Hanefi mezhebinde, bu sınıflardan herhangi birine vermekle, zekât verilmiş olmaktadır.

Zekât borcu varken

Zekât borcu varken

Sual: Zekât borcu varken sadaka vermek, Ramazandan oruç borcu varken nafile oruç tutmak ve diğer farz borcu varken nafilesini yapmak caiz midir?

CEVAP
Caiz değildir. Çünkü farzın önemi büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(En faziletli cihad farzları ifa etmektir.) [İ. Ahmed]

(Herkes nafile ile meşgul iken, siz farzları yapmaya çalışın!) [Miftah-ün-necat]

(Farzı yapmakla Allahü teâlâya yaklaşıldığı gibi, hiçbir şeyle yaklaşılamaz.)
[Beyheki]

(Farz ibadetleri yapan, insanların en âbidi olur.)
[İbni Adiy]

(Kazaya kalmış namaz borcu olanın nafile namazları kabul olmaz.)
[Dürret-ül fahire]

Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer’e yaptığı vasiyette buyurdu ki:
(Allahü teâlânın gece yapman gereken hakkını gündüz yapsan ve gündüz yapman gerekeni de gece yapsan kabul etmez. Üzerine farz olan ibadetleri ödemeden nafile ibadetini kabul etmez.) [Kitab-ül Harac]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
(Nafilelerin farzlar yanındaki değeri, okyanus yanında bir damla gibi bile değildir.) [m. 260] (Nafile ibadet, bir farzı terk etmeye sebep olursa, ibadet olmaz, zararlı olur.) [m. 123]

Şu halde, bir insanın bir lira zekât borcu olsa, bu farz borcunu ödemeden, bir milyon cami yaptırsa, milyonlarca insana, milyarlarca sadaka verse kabul olmaz.

Sual:
Zekât borcumuz var iken, sadaka vermemiz uygun olur mu? Yahut zekât parası ile yol, köprü, çeşme, cami yaptırsak mahzuru olur mu? Kaza namazı borcumuz var iken, çok sevap olan tesbih namazı, kuşluk namazı kılsak sakıncası olur mu?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Farz ibadetin yanında nafile ibadetin hiç kıymeti yoktur, deniz yanında damla bile değildir. Melun şeytan, müminleri aldatarak, farzları küçük gösteriyor, nafileyi teşvik ediyor. Zekât verdirmeyip nafile sadakayı güzel gösteriyor. Halbuki bir altın zekât vermek, yüz bin altın sadaka vermekten daha sevaptır.) [Müjdeci Mektuplar]

Milyarlarca sadaka vermekle, binlerce çeşme ve cami yaptırmakla hasıl olan sevap, bir kuruş zekât sevabına eşit olamaz. Çünkü çeşme ve cami yaptırmak nafile ibadettir, zekât ise farz ibadettir.

Peygamber efendimiz, kaza namazı borcu olanın nafilelerinin kabul olmayacağını bildiriyor. Ömür boyu nafile namaz kılınsa, iki rekat farz namaz sevabına kavuşulamaz.

Nafile namaz kılmak ve farz olmayan ibadetleri yapmak yerine farzı ayn olan [herkesin kendisine lazım olan namaz, oruç gibi] ilimleri öğrenmek lazımdır. Bir kimse ömür boyu nafile ibadet etse, bir sayfa farzı ayn olan ilmi öğrenmenin sevabına kavuşamaz.
Farz-ı ayn ilimden bir şey öğrensen eğer,
Dünyanın hazinesi etmez bu kadar değer.

Borçlunun hayrı
Sual:
Zekâtını vermeyen ve imkânı varken borçlarını ödemeyen kimsenin yaptığı hayır hasenata sevab verilir mi? Duası kabul olur mu?

CEVAP
Zekât vermemek ve borcunu ödememek haramdır. Din kitaplarında, (Haram işleyenin, haram yiyenin duası kabul olmaz) ve (Farz borcu olanın nafileleri kabul olmaz) buyuruluyor. Zekât vermeyen zengin, binlerce fakirin hakkını gasp etmiş olduğu için ve Allahü teâlânın emrini yapmadığı için, bunun bütün hayratı, hasenatı kabul olmuyor. İmkânı varken borcunu ödemeyen de, böyle haklar altında kalmaktadır.

Fakire nisap miktarından fazla zekât vermek

Fakire nisap miktarından fazla zekât vermek

Sual: Zekât olarak vereceğim miktar, borcu olmayan bir fakire nisap miktarından fazla olabilir mi?

CEVAP
Fazla olamaz, fazla olursa zekât mekruh olur. Eğer o fakirin çocuğu, hanımı varsa, mesela bir evde üçü de fakir iseler, verilen zekât üçe bölünür, her birine verilen miktar nisabı geçmezse mekruh olmaz. Çocuğun küçük olmasının mahzuru olmaz, yeter ki fakir olsun.

Sual: Fakire 100 gr altın zekât verilse, sahih olur mu?
CEVAP
Sahih olur; fakat borçsuz fakire nisap miktarı veya daha çok zekât vermek mekruh olur. Fakire verilen altın, onu zengin edecek kadar fazla olmamalıdır. Borçlu fakire borcunu ödeyip nisabı bulmayacak kadar zekât verilebilir. Mesela fakirin 80 gram altın borcu var ise, o fakire 170 gram altın vermek mekruh olmaz; çünkü borcunu ödedikten sonra elinde nisap kadar parası kalmıyor.

Sual: Fakire vereceğim zekât miktarı onu dinen zengin konuma getiriyor. Ne yapmam lazım?
CEVAP
Fakirin hanımı, çocukları da fakirse her birine, zengin olmayacak miktarda verilebilir. Yahut fakire zengin olmayacak kadar para verirsiniz, o parayı harcadıktan sonra, tekrar yine verirsiniz.

Sual:
1 kg altın borcu olan fakire,1 kg altın zekât vermek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Uşur Nedir?

Sual: Uşur nedir?


CEVAP
Toprak mahsullerinin zekâtına uşur denir. Fakir veya borçlu olanın da uşur vermesi gerekir. Fakat ticaret malı ve hayvan zekâtı böyle değildir. Borçlar düşüldükten sonra kalanı, nisap miktarını buluyorsa zekât verilir. İmam-ı a'zam hazretleri buyuruyor ki:
(Mahsul topraktan alındığı zaman, az olsun, çok olsun onda birini veya kıymeti kadar altın veya gümüşü Müslüman fakirlere vermek farzdır.)

İmameyn’e göre, uşur vermek için mahsulün bir yıl dayanıklı olması ve miktarının 1250 litreden [yaklaşık bir tondan] çok olması gerekir. Mesela yarım ton buğdayı çıkan fakir, İmameyn’in kavline göre uşur vermezse günaha girmez. Fakat zenginin yüz kg. buğdayı olsa onda birini vermesi gerekir.

Uşur veren fakir, başkalarının verdiği uşru alabilir. Fakat zenginin zekât alması haramdır.

Bir kimse tarlasının veya bahçesinin onda birini bir fakire verse, tarlasının veya bahçesinin kalan kısmının uşrunu yine her sene vermesi gerekir.

Uşrun nisabı yoktur. Mahsul az olsa da, uşru verilir. Uşur, onda bir olarak verilir. Yapılan masraflar düşülmez. Sadece paralı sulama olursa veya motorla sulanırsa, yirmide bir verilir. Uşur vermek, Enam suresinin 141. âyeti ile emredilmiş, onda birinin verilmesi de hadis-i şerif ile bildirilmiştir.


Sual: Akrabalarım, bahçemi ücretsiz ekip uşur vermiyorlar. Ben mesul müyüm?
CEVAP
Hayır.

Uşru verilmeyen ürün
Sual:
Uşru verilip verilmediği bilinmeyen veya verilmediği bilinen üründen bize hediye edilirse, yemek caiz olur mu?
CEVAP
Bilinmiyorsa yemek caizdir. Uşrunu vermediği biliniyorsa, onda birini ayırıp, fakire verdikten sonra yemek iyi olur. (Seadet-i Ebediyye)

Sual:
Buğday, arpa ve hurmanın uşrunu kilo ile tartarak vermek caiz midir?
CEVAP
Evet caizdir.

Sual: Zeytine yaptığımız masraf, mahsulden fazladır. Uşur vermek gerekir mi?
CEVAP
Toplanıyorsa vermek gerekir.

Sual: Çok masraf edip çok az mahsul alanın, yine uşur vermesi gerekiyor mu?
CEVAP
Masraf ne kadar çok, mahsul de ne kadar az olursa olsun, her mahsulün uşrunu vermek farzdır.

Sual: Gülün uşru verilir mi?
CEVAP
Ticaret niyetiyle olduğu zaman zekâtı verilir.

Sual: Buğday ve arpanın uşrunu, arpadan vermek caiz midir?
CEVAP
Evet.

Sual: Buğdayın uşrunu, başka yılın buğdayından vermek caiz midir?
CEVAP
Evet. Undan da vermek caizdir.

Sual: Zeytinin uşrunu, zeytinyağı olarak vermek caiz midir?
CEVAP
Evet.

Sual: Mal sahibi ile kiracı eşit mahsul almışsa, uşru kim verir?
CEVAP
Yarı yarıya verirler.

Sual: İhtiyaç için yetiştirilen sebzenin uşru olur mu?
CEVAP
Olmaz.

Sual: Ortak tarladan çıkan mahsulün yarısının uşrunu veriyoruz. Diğer yarısını öteki ortak vermezse bize de günah olur mu?
CEVAP
Ortağı da razı edip tamamının uşrunu vermeli. Razı olmazsa, yarısının uşru verilir. Razı olmayanla ortak olmamalı.

Sual: Çiftçinin zekâtı buğdayla vermesi farz mı, para ile veremez mi?
CEVAP
Buğdayın zekâtına uşur denir. Buğdayın uşru ya buğday olarak verilir veya değeri altın olarak verilir.

Sual: Baba malının uşrunu vermiyor. Oğlu da onu bu günahtan kurtarmak için ona şöyle diyor: "Sen uşrunu ver, onun tutarı kadar ben sana para vereceğim". Bu durumda fıkhi hüküm nedir?
CEVAP
Baban uşrunu vermiş olur.

Sual: Odun, ot, saman için uşur verilir mi?
CEVAP
Verilmez.

Sual: Haşhaşın tohumu veya kabuğunun uşru verilir mi?
CEVAP
Para eden kısımların uşru altın olarak verilir.

Sual: Yenilen sebzeyi tahmini hesap edip uşrunu vermek caiz mi?
CEVAP
Zannı galip ile yapılan tahmin muteber olur.

Sual: Uşur verirken, biçerdöver anbarının ölçüsüne itibar edilir mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Borcu mahsulün uşrundan fazla olan önce uşrunu mu verir?
CEVAP
Evet.

Sual: Tarlayı ortağına verince uşrunu mal sahibi mi verir?
CEVAP
Hayır.

Sual: Zekât gibi uşrun da devir ve iskatı yapılır mı?
CEVAP
Evet.

Sual: Buğday ucuzdur. Bir aylık namaz iskatı için, verilen 315 kilo buğdayın rayice göre değerini altın olarak vermek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Fakir müstahsil, uşur verip uşur alabilir mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Altı vesk mahsulü çıkan fakir, uşur alabilir mi?
CEVAP
Nisaba malik olmayan uşur ve zekât alır.

Sual: Buğdayın uşrunu vezin olarak vermek de caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Uşur altın ile devir olur mu?
CEVAP
Evet.

Sual: Uşrunu verdiğimiz buğdayı satıp para haline getirsek, bu paranın da zekâtı verilir mi?
CEVAP
Uşru verilen buğdayın bir daha uşru verilmez. Fakat satılıp para haline getirilince, zekât gününde nisaba dahil edilerek zekâtını vermek gerekir.

Sual: Tarlada ekilen marulun uşrunu her seferinde vermek yerine, o seneki marulun uşrunu toptan takdir edip, mesela 100 kg. takdir edip, 10 kg.ı uşur olarak verebilir miyiz?
CEVAP
Evet.

Sual: Kiraladığım tarlanın uşrunun tamamını benim mi vermem gerekir?
CEVAP
Fıkıh kitaplarında, (Bir kimse, tarlasını kiraya verirse, mahsulün uşrunu, imam-ı a'zama göre, mal sahibi verir. Kira ücreti yüksek olan yerlerde, böyle fetva verilir. İmameyne göre, kiracı verir. Kira az olan yerlerde, böyle fetva verilir) buyuruluyor.

Mesela, kira ücreti olarak 20 lira verip, masraflar çıktıktan sonra 60 liralık mahsul almışsanız, mahsulün uşrunu siz verirsiniz. Masraflar çıktıktan sonra 30 liralık mahsul almışsanız, tarla sahibi verir. Çünkü kârın yarısından fazlasını mal sahibi almıştır. 10 liralık masraf yapıp 50 liralık mahsul almışsanız, 40 lira almışsınız demektir. Bunun 20 lirasını mal sahibine verdiğiniz için, mahsulün yarısının uşrunu siz, yarısınınkini de mal sahibi verir.

Uşur verilirken kira ücreti ve masraflar düşülmez. Fakat uşru hangi tarafın vermesi gerektiği hesap edilirken, masraflar nazar-ı itibara alınır.

Sual: İşlettiğim arazilerden ayrıca hatta çalışan minibüsüm var. Bunun yanı sıra çok nadir olarak sıhhi tesisat, motorla ağaç kesme, gibi küçük işlerle uğraşıyorum. Buradan elde ettiğim gelirin zekâtını ayrıca mı vereceğim yoksa mahsullerin kazancıyla birleştirerek mi vereceğim?
CEVAP
Uşur ile bu kazançlar ayrıdır. Bu kazançlarla nisabı buluyorsanız zenginsiz, nisap 96 gr altın veya o değerde paradır.

Uşrun zekâtı da olur mu?
Sual:
Uşru verilen mahsul birkaç yıl saklansa günah olur mu? Satılsa parasının zekâtı verilir mi?
CEVAP
Uşru verilen mahsul birkaç yıl saklansa da günah olmaz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Zekâtı verilen mal kenz değildir.) [Ebu Davud, Taberani, Hâkim, Hatib, Münavi]
Kenz; biriktirilmiş, istif edilmiş, stok edilen mal demektir.

İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: Ticaret malının zekâtı verilir. Uşur vermesi gereken topraklardan hâsıl olan ve miras olarak ele geçen veya hediye gibi kabul edince mülk olan şeylerde, ticarete niyet edilse de, bunlar ticaret malı olmaz; çünkü ticaret niyeti, alışverişte olur. Mesela, uşrunu veren veya mirastan eline uruz [herhangi bir mal] geçen kimse, satmak niyetiyle saklasa, nisab miktarından fazla olsa ve bir yıldan fazla kalsa, zekâtlarını vermek gerekmez. (Redd-ül-muhtar)

Bunları satınca veya kiraya verince, ele geçen mal ticaret malı olur. Zekât gününde nisaba dâhil edilir. Altın ve gümüş eşya ve kâğıt paralar, her ne suretle ele geçerse geçsin, zekât malı olurlar.

Az mahsulün uşru
Sual:
Zekâta muhtaç bir fakir, tarlasından, bahçesinden elde ettiği az ürünün uşrunu da vermek zorunda mıdır? Mesela böyle bir fakirin, 20 kilo domatesin, 30 kilo patlıcanın, 50 kilo elmanın, 500 kilo buğdayın uşrunu vermesi gerekir mi?
CEVAP
İmam-ı a’zama göre, her sebze ve meyve, az olsun, çok olsun, mahsul topraktan alındığı zaman, onda birini veya kıymetini altın olarak Müslüman fakirlere vermek farzdır. Hayvan gücü ile, dolap veya motor ile sulanan yerdeki mahsul elde edilince, yirmide biri verilir. Uşur verirken, hayvan, tohum, alet, gübre, ilaç ve işçi masrafları düşülmez. Bir sâ’dan az ürünün uşru verilmez. Bir sâ, 4 litreden biraz fazladır.

İmam-ı Ebu Yusuf ile imam-ı Muhammede göre uşur vermek için, topraktan çıkan mahsulün, [normal şartlarda] bir yıl dayanıklı olması ve miktarının beş veskten çok olması lazımdır. Vesk, 250 litrelik bir hacim ölçüsüdür. Beş vesk, 5 x 250 = 1250 litre eder. Buna göre, iki imam, uşur için nisâbın 1250 litre olduğunu bildirmektedir. Fakat fetva İmam-ı a’zamın ictihadına göredir.

Her ne kadar fetva İmam-ı a’zama göre ise de, zekât almaya muhtaç fakir, İmameynin ictihadına uyarak, bir yıl dayanıklı olmayan meyve ve sebzeler ile, 1250 litreden az olan buğday, arpa, mercimek gibi hububatın uşrunu vermezse günah olmaz. Diğer üç mezhepte ise, sebze çok olsa da uşrunu vermek gerekmez. Hanbeli'de cevizin uşru olmaz. Maliki ve Şafii’de, badem, susam, fıstık, keten tohumu, kimyon ve anasonun uşru olmaz. Hanbeli'de zeytinin uşru olmaz. Şafii ve Maliki’de ise zeytinin uşru verilir ve verilmez diye farklı iki kavil vardır. Maliki ve Şafii'de balın uşru olmaz. Üç mezhepte, meyvenin uşrunu tahminen vermek caizdir. Hanefi mezhebinde tahminen vermek caiz değildir, tartmak veya ölçmek gerekir. Bir zaruret veya ihtiyaç olunca, başka mezhep taklit edilir.

Ev bahçesinin uşru
Sual:
Tam İlmihal'de, (Ne kadar olursa olsun, ev bahçesindeki meyve ve sebzeler için uşru verilmez) deniyor. Bizim Karadeniz’de, hemen herkesin evi bahçenin içindedir. Çok büyük olan bahçelerdeki fındıkların, diğer meyve ve sebzelerin uşru verilmez mi?
CEVAP
Verilmesi gerekir. Ev tarlaya, bahçeye yapılmışsa, bunun uşru verilir. Fakat evin yanındaki bahçede yetiştirilen meyve ve sebzelerin uşrunu vermek gerekmez. Çünkü bu meyve ve sebze ev halkının ihtiyacı için ekilmiştir. Hatta bir kısmı satılsa da yine uşrunu vermek gerekmez. Ancak ev bahçesinde sırf ticaret niyetiyle yetiştirilen ürünün uşru verilir.

Saman ve yaprağın uşru olmaz
Sual:
Biz üzümü de asmanın yapraklarını da satıyoruz. Her ikisinin uşrunu da verecek miyiz? Bir de ektiğimiz buğdaylardan elde edilen samanları da satıyoruz, bunların da uşru verilir mi?
CEVAP
Üzümün uşru verilir, satılan üzüm yaprağının uşru verilmez. Buğdayın uşru verilir satılan samanının uşru verilmez. Üzüm yaprağı ve samandan elde edilen para ile eldeki mevcut para, nisabı bulursa zekâtı verilir. Yani saman ve yaprağın satılması ile elde edilen para nisaba katılır.

Üzüm yaprağı ve kavak
Sual:
İpek böceğinden elde ettiğimiz ipeklerin, dut yaprağının, üzüm yaprağının ve satmak üzere yetiştirdiğimiz kavakların uşru verilir mi? Dağlardan toplanan meyvelerin uşru olur mu?
CEVAP
Meyvesi olmayıp ticaret için yetiştirilen kavak gibi ağaçların ve istifade edilen dut yapraklarının uşru verilir. İpeğinin uşru verilmez. Üzüm yaprağının uşru olmaz. Üzüm yaprağı çok olup satılırsa, parası nisaba eklenerek zekâtı verilir. Dağlardan toplanan meyvelerin de uşru verilir.

Uşru verilen malın zekâtı da verilmez
Sual:
Uşru verilen bir ürün, senelerce elde kalsa zekâtı verilir mi? Bu ürünü satıp paraya çevirince para nisaba dahil edilir mi?
CEVAP
İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki:
Zekâtla uşur, bir arada bulunamaz, yani bir malın hem uşru, hem de zekâtı verilmez. Çünkü bir malda zekât farz olursa uşur farz olmaz. Bir kimse tarlasından çıkan mahsulün uşrunu verir de kalan mahsulde ticareti niyet eder ve üzerinden seneler geçse de, o mahsulün zekâtı olmaz. Keza uşur yeri satın alır da onunla ticareti niyet eder; üzerinden sene geçerse hüküm yine böyledir. Zira uşur arazisinden çıkan mahsulde iki hak bir araya gelmesin diye ticareti niyet etmek sahih değildir. Bunun gibi ticareti niyet ederek uşur arazisi satın alır da oraya bir şey ekerse o arazi ticaret için olmaz. (Redd-ül muhtar)

Tam İlmihal
’de de diyor ki:
Eşyanın ticaret niyeti ile satın alınması lazımdır. Uşur vermesi lazım gelen topraklardan hasıl olan ve miras olarak ele geçen veya hediye, vasiyet gibi kabul edince mülk olan şeylerde, ticarete niyet edilse de, bunlar ticaret malı olmaz. Çünkü, ticaret niyeti, alışverişte olur. Mesela, tarlasından buğday alıp uşrunu veren veya mirastan eline mal geçen kimse, satmak niyeti ile saklasa, nisap miktarından fazla olsa ve bir seneden fazla kalsa, zekâtlarını vermek icap etmez. Ticaret niyeti ile [yani satmak için] satın aldığı buğdayı tarlasına ekse veya ticaret için aldığı hayvanı, kumaşı kendi kullanmaya niyet etse, ticaret malı olmaktan çıkarlar. Sonra bunları satmaya niyet ederse, ticaret malı olmazlar. Bunları satınca veya kiraya verince, eline geçen mal ticaret malı olur. Kullanmak için satın aldığı malı, aldıktan sonra ve miras olarak eline geçen malı veya hediye, vasiyet, sadaka gibi kendinin kabul etmesi ile malik olduğu malı alırken veya tarlasından aldığı buğdayı satmaya niyet etse, ticaret malı olmazlar. Bunları satsa ve satarken semenleri olan uruzu ticarette kullanmayı niyet etse, bu bedelleri ticaret malı olurlar. Çünkü ticaret bir iştir. Yalnız niyet ile olmaz. Başlamak da lazımdır. Ticareti terk etmek ise, yalnız niyet ile olur. Altın ve gümüş eşya ve kağıt paralar, her ne suretle ele geçerse geçsin, zekât malı olurlar.

İbni Abidin’den ve Tam İlmihal’den açıkça anlaşılacağı gibi, uşru verilen ürün, senelerce ambarda saklansa yine zekâtı verilmez, fakat bu ürün satılıp altın veya kağıt para haline getirilirse, ele geçen bu bedel ticaret eşyası olur. Zekâta dahil edilir.

Ticaret malının zekâtı verilir
Sual:
Zeytin bahçesi olan bir bakkalım. Zeytinlerin uşrunu dün verdim. Kalan zeytini satıp parasıyla bakkaliye malzemesi aldım, satıyorum. Yarın zekât günümdür. Dükkândaki malların zekâtını yarın vereceğim. Uşrunu verdiğim zeytinlerden elde ettiğim paranın yine uşrunu veya zekâtını verecek miyim? Kitaplarda, uşru verilen mal satılıp paraya çevrilince veya ticaret malı olunca zekâtı verilir deniyor. Zeytinlerin uşrunu dün verdim. Şimdi, bir de yarın zekâtını vermek yanlış değil mi? Uşru verilen bir ürün, yıllarca elde kalsa zekâtı verilir mi? Bu ürünü satıp paraya çevirince para nisaba dâhil edilir mi?
CEVAP
Ticaret bir iştir, yalnız niyetle olmaz. Başlamak da gerekir. Ticareti terk etmekse, yalnız niyetle olur. Altın ve gümüş eşya ve kâğıt para, ne suretle ele geçerse geçsin, zekât malı olur. (Seadet-i Ebediyye)

Siz o parayı ticarette kullanıyorsunuz, zekâtını da vermeniz gerekir. Zaten paraya çevrilince ticaret malı oluyor. Nisabı bulmuşsa zekâtını vermek gerekiyor. Uşru verilen mal, satılıp paraya dönünce zekât malı yani ticaret malı oluyor. Malın vasfı değişiyor. Vasfı değişmeseydi, yıllarca kalsa zeytinin tekrar uşru verilmezdi. Ticaret malı olmadığı için zekâtı da olmazdı; ama şimdi vasfı değişti, zekâta tâbi oldu.

Kâfire namaz, zekât, oruç gibi hiç bir ibadet farz değildir. Kâfir Müslüman olunca iş değişir, namaz, oruç farz olur. Çünkü kâfir değişti, Müslüman oldu. Bunun gibi, nisabı buluyorsa zekât vermek de farz olur. Tersi de olabilir. Müslüman, kâfir olursa, artık ona hiç bir ibadet farz olmaz; çünkü eski özelliğini kaybetti.

Yabancı bir kız, yabancı erkeğe haramdır. Nikâh yapılınca helali olur; çünkü konumu değişti. Tersi de olur. Yani karı koca nikâhlıyken, boşandıkları an yabancı olurlar. Yine konumu değişmiş oldu.

İmam Fatiha okuyunca cemaatin âmin demesi sünnettir. İmamın sesi mikrofona verilince sesin özelliği değişiyor, âmin diyenlerin namazı bozuluyor. Mikrofon, ses enerjisini elektrik enerjisine dönüştürüyor, Hoparlör de, elektrik enerjisini ses enerjisine dönüştürüyor. Mikrofona, mikrofondan hoparlöre verilen ses, tıpa tıp sahibine benzese de farklı bir sestir. Meydana gelen yeni ses, konuşanın kendi sesi değildir. Elektrik tesiriyle hâsıl olan, mıknatıs kuvvetlerinin titrettiği demir levhanın, meydana getirdiği başka bir sestir. İşte başka bir sese âmin diyen cemaatin namazı bozulmuş oluyor.

Şarap haramdır, sirke haline dönüşürse helal olur. Çünkü vasfı değişip başka bir madde halini almıştır.

Domuz yağı sabun olursa, temiz olur, kullanılması caiz olur, çünkü vasıf değişerek ayrı bir madde haline geldi.

Netice: Uşru verilen mal, kırk yıl kalsa, uşru da zekâtı da verilmez; ama ticaret malı olursa veya satılıp paraya çevrilirse zekât malı olur. Bir gün sonra da zekât günü gelse zekâtını vermek gerekir.

Balın uşru
Sual:
Balın uşru verilirken, yapılan fenni tesisat ve diğer masraflar çıkarılır mı? Kaçta kaçı verilir?
CEVAP
Hiçbir masraf çıkarılmaz. Balın miktarı az olsa da, onda birini uşur olarak, zekât alması caiz olan bir veya birkaç fakire vermek farzdır.

Fidanın uşru
Sual:
Fidan alıp, bunları bakıp büyüterek satan kimse, ticaret yaptığı için bunların zekâtını mı verir, yoksa uşrunu mu verir?
CEVAP
Toprak ürünlerinin uşru olur, çünkü kendi yetiştiriyor. Eğer kendi yetiştirmeyip, hazır fidan alıp fidan satsaydı, ticaret malı olup, zekâtı olurdu.

Yaprakların uşru
Sual:
Çay yaprağı, tütün yaprağı, dut yaprağı, pamuk ve yoncanın uşru verilir mi?
CEVAP
Evet, verilir.

Uşru mislinden vermek
Sual
: Uşru verilmeyen malın mislini satın alıp vermek caiz olur mu? Yani elimizdeki mahsulden değil de, çarşıda aynı vasıfta olan başka mahsulden satın alıp uşur vermek caiz midir?
CEVAP
Caiz olmaz, fakat o senenin mahsulünden geçmiş senelerin uşru verilebilir.

Buğdayın uşru
Sual:
Buğdayın uşrunu undan veya başka bir yılın mahsulü olan buğdaydan vermek caiz midir?
CEVAP
Evet, caizdir.

Toprak mahsulünün zekâtı
Sual: Topraktan elde edilen tahıl, sebze ve meyvelerin de zekâtı olur mu?
Cevap:
Topraktan alınan mahsulün zekatına uşur denir ve uşur vermek de farzdır. Borcu olanın da uşur vermesi lazımdır. İmâm-ı a'zam hazretleri buyuruyor ki:
“Her sebze ve meyve, az olsun, çok olsun, mahsul topraktan alındığı zaman, onda birini veya kıymeti kadar altın veya gümüşü, Müslüman fakirlere vermek farzdır.”

Hayvan gücü ile veya dolap, motor ile sulanan yerdeki mahsul elde edilince, yirmide biri verilir. İster onda bir, ister yirmide bir olsun, hayvan, tohum, alet, gübre, ilaç ve işçi masraflarını düşmeden evvel, vermek lazımdır. Bir sâ'dan az mahsulün uşru verilmez. Toprağın sahibi çocuk, deli, köle olsa da, uşru verilir. Ne kadar olursa olsun, ev bahçesindeki meyve ve sebzeler için, odun, ot ve saman için uşur verilmez. Balın masraflar yapılsa dahi, pamuğun, çayın, tütünün, dağdaki ağaç meyvelerinin mesela zeytinlerin, üzümlerin onda biri, uşur olarak verilir. Zift, petrol ve tuz için uşur yoktur. Uşru verilmeyen mahsulü yemek haramdır. Yedikten sonra da, vermek lazımdır.

Sual: Bir kimse, tarlasından, bahçesinde elde ettiği mahsulün uşrunu vermezse, sadece verilmeyen uşur miktarı mı yoksa o mahsulün tamamı mı haram olur?
Cevap:
Bu konuda İmâd-ül-islâm kitabında deniyor ki:
“Çift sürmekle hasıl olsun, bağdan hasıl olsun, mahsulün onda birini fakir Müslümana vermeden önce yemek haramdır. Eğer ölçü ile çıkarıp, ölçü ile yedikten sonra, yediğinin de uşrunu hesap edip verirse, önce yemiş olduğu helal olur.

On kile buğday alan, bir kilesini Müslüman fakire vermezse, yalnız o bir kilesi değil, on kilenin hepsi haram olur. Sahibinin rızası yok iken, onun yerini ekip mahsul alan kimseye, elde ettiği mahsulden yalnız masrafı, sermayesi kadarı helal olup, fazlası haram olur. Fazlasını fakirlere sadaka vermesi lazımdır.”

Sual: Toprak mahsulünün zekatı için, çıkan mahsulün belli bir ölçüde, belli bir miktarda olması gerekir mi?
Cevap:
İmam-ı Ebû Yûsuf ile imam-ı Muhammede göre uşur vermek için, topraktan çıkan mahsullün, bir sene dayanıklı olması ve miktarının beş veskten çok olması lazımdır. Vesk, bir deve yükü demek olup, altmış sâ' alan bir hacim ölçeğidir. Altmış sâ', ikiyüzelli litre olur. Buna göre, iki imam, uşur için binikiyüzelli litre nisap olduğunu bildirmektedir. Fakat fetva îmâm-ı a'zamın ictihâdına göre verilmiştir.

Uşur, ne zaman farz olur?
Sual: Topraktan elde edilen mahsulün, tahılın, meyvenin uşrunu vermek ne zaman farz olur, bunlar toplanınca mı yoksa toplanmadan önce mi?
Cevap:
Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Meyvenin ve ekinin uşru, İmam-ı a'zama ve İmam-ı Züfer'e göre, bitki üzerinde meydana geldikleri ve çürümekten emin oldukları zaman farz olur. Toplanacak hâle gelmese de, faydalanacak, yenecek hâle gelince uşrunu vermek farz olur. İmam-ı Ebû Yûsuf'a göre olgunlaşınca, toplamadan önce farz olur. İmam-ı Muhammed'e göre ise, hasattan sonra, yani hepsini toplayınca farz olur. Hasattan önce, yerinden koparıp yemesi veya başkasına yedirmesi caizdir. Fakat, İmam-ı a'zama göre, bunun uşrunu da sonra verir. İki imama göre, bunun uşrunu vermesi lazım olmaz ise de, mahsulün beş vesk olması için, bu da hesaba katılır. Olgunlaştıktan sonra koparmış ise, İmam-ı Muhammed'e göre, yine uşrunu vermek lazım olmaz. Hepsini topladıktan sonra telef olanın ve çalınanın uşrunu vermek lazım olmaz.”

Fakir olanlar, uşurlarını iki imama göre hesap edip verir. Zenginler ise, İmam-ı a'zama göre vermelidir.

Sual: Kesilip satılan meyve ağaçlarının, evin bahçesindeki meyvelerin uşru verilir mi?

Cevap:
Tarladaki meyve ağaçları kesilip satılınca uşru verilmez, sadece meyvelerinin uşru verilir. Meyvesi olmayıp satmak için yetiştirilen ağaçların ve istifade edilen dut yapraklarının uşru verilir. Evin bahçesindeki meyvelerin uşru verilmez.

Sual: Uşur vermek de zekât vermek gibi midir, nelerden verilir, burada da ölçü kırkta bir midir?

Cevap:
Yağmur suyu veya nehir, dere suyu ile sulanan, bütün topraklardan elde edilen mahsulün zekâtına uşur denir. Uşur vermek, Kur’ân-ı kerimde, En'âm suresinin 141. âyetinde emir edilmiş, onda birinin verilmesi de hadis-i şerifte bildirilmiştir. Uşur, mahsulün onda biridir. Kul borcu olan, borcunu düşmez, uşrunu tam olarak verir.

Anadolu toprağı uşurlu mudur?
Sual: Bazıları, Osmanlı döneminde Anadolu’da uşur verilmezdi ve şimdi de verilmez diyorlar. Bu işin aslı nedir ve şimdi bu topraklarda tarım yapanlar uşur verecek midir?

Cevap:
Bu konuda, Beyt-ül-malın, yani mîrî toprakların kullanılmasını gösteren eski Arazi kanununun çeşitli şerhleri arasında, mülkiye mektebi mecelle muallimi, Atıf beyin 1319 baskılı kitabında deniyor ki:
“Bir memleket harp ile alınırsa, toprağın beşte biri beyt-ül-malın olur. Geri kalan üç türlü olabilir:
1- Askere veya başka Müslümanlara taksim edilir. Bunların mülkü olur. Böyle topraktan, her sene uşur alınır.
2- Toprak gayr-i müslimlerin elinde bırakılır. Böyle topraktan haraç alınır.
3- Devlet reisi toprağı kimseye vermeyip, beyt-ül-mala verir. Böyle toprağa mîrî toprak da denir. Uşurlu veya haraçlı toprağın sahibi ölüp, hiç varisi kalmazsa, bu toprak beyt-ül-malın olur ve mîrî toprak olur. Sultanın tespit edeceği bedel ile satılır veya kiraya verilir. Semeni ve ücreti haraç olur. Yani, beyt-ül-malın üçüncü kısmına konur. Yahut, her sene kira olarak mahsulün yüzdesi alınmak üzere, tapu ile, müslim ve gayr-i müslim vatandaşlara kiraya verilir.

Kiraları askerin ve subayların olurdu. Kira almak hakkı bulunan askere Timarcı, subaylara Za'îm denirdi. Askerin toprağına Timar, subay toprağına Ze'âmet, general toprağına Hâs denirdi. Müftî-üssekaleyn Ebüssü'ûd efendi, Nûr-i Osmâniyye kütüphânesinde bulunan fetvalarında buyuruyor ki:
“Beyt-ül-mala ait mîrî toprakları tapu ile kiralayanların, her sene timarcılara mahsulün onda birini vermelerini sultanlar emir etmişlerdir. Bu verilenlere uşur denilmekte ise de, uşur değildir, kira ücretidir.”

Son zamanlarda mîrî arazinin çoğu, devlet tarafından vakfedilmiş veya millete satılmış, her iki şekilde de, uşurlu olmuştu. Böylece, Anadolu ve Rumeli’deki toprakların hemen hepsi, milletin mülkü olup, uşurlu olmuştu. Görülüyor ki, tarladan uşur veya haraçtan birini vermek lazımdır. Bazıları, Anadolu toprağı, uşurlu toprak değildir, diyor. Halbuki, şimdi memleketimizde mîrî toprak yoktur. Herkesin tarlası, bostanı, kendi mülküdür, yahut kiracıdır. Mahsulün uşrunu vermeleri farzdır.”

Zekâtı gizli mi vermeli?

Zekâtı gizli mi vermeli?

Sual: Zekâtı gizli vermek açıktan vermekten iyi midir, açıktan vermek riya olur mu?

CEVAP
Farz olan zekâtı açıkça vermek riya olmaz, daha sevap olur. Zekâtın böyle alenen verilmesi, zekâtını vermemiş olmak töhmetinden kurtarır, başkalarına da örnek teşkil etmiş olur. İbni Abbas hazretleri, gizlice verilen nafile sadakanın sevabı, alenen verilenden 70 kat fazladır buyurdu. Açıktan verilen zekâtın sevabı ise gizlice verilenlerine göre 25 kat fazladır.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bir kuruş zekât vermek, milyonlarla sadaka vermekten, daha sevaptır. Zekât vermek, Allahü teâlânın emrini yapmaktır. Sadaka ve hayratın çoğu ise, ün, saygı ve nefsin şehvetlerini kazanmak için olur. Farzlar yapılırken araya riya, gösteriş karışmaz. Nafile ibadetlerde ise, gösteriş çok olur. Bunun içindir ki, zekâtı, açıktan vermek lazımdır. (2/82)

Sual:
Zengin zekât olarak ayırdığı altını masa üstüne koysa, fakir de galiba bunu bana zekât olarak bıraktılar diyerek alsa, zekât sahih olur mu?

CEVAP
Zengin, altını masa üstüne koysa, bir fakir de gelip, masadan alsa, sahih olmaz. Fakir alırken, zenginin görmesi lazımdır. Fakir görmeden fakirin evine koymak da böyledir.

Online zekât ve fitre vekaleti

Online zekât ve fitre vekaleti

Sual: İhlas Vakfı’nın internet sitesinde, kredi kartıyla online olarak zekât ve fitre verilebileceği bildiriliyor. Kâğıt parayla zekât verilemediğine göre, kredi kartıyla zekât verilir mi?

CEVAP
Zekât bedeli kredi kartıyla veriliyorsa da, vekâlet verilen kimse, kredi kartıyla gönderilen miktarda altını, fakir bir öğrenciye veriyor, böylece zekât veya fitre dine uygun verilmiş oluyor. www.ihlasvakfi.org.tr adresindeki Bağış bölümünden vekalet verilebilir.

Zekâtla ilgili çeşitli sual cevaplar

Zekâtla ilgili çeşitli sual cevaplar

Sual: Hayat sigortası yaptırdım. Her yıl belli miktar parayı yatırıyorum. 20 yıl sonra toplu olarak ödeme yapacaklar veya toplu ödeme istemezsem aylık olarak ödeyecekler (aylık maaş gibi). Burada biriken para toplu olarak alınınca, geçen 20 yılın zekâtı tek tek hesaplanarak mı verilecek, yoksa 20 yıl sonra ele geçen paranın o zaman ki zekâtı mı verilecek? Eşim ve çocuklar için de hayat sigortası yaptırdım. Onların durumu nasıl?

CEVAP
Sigorta paraları ve tasarruf bonoları zekât hesabına katılmaz. Senelerce sonra birikmiş olarak ele alınınca, yalnız alınan para, o senenin zekât nisabının hesabına katılır. Satış karşılığı alınan bonolar, böyle değildir. Bunlar, hisse ve tahvil senetleri, her sene zekât hesabına katılır. (Seadet-i Ebediyye)

Eş ve çocuklarınızın durumu da aynı. Ancak, hanım ve çocuklar için yatırdığınız para onlarınsa yani onların parasından vermişseniz veya onlara hediye etmişseniz zekâtlarını onlar verecek, sizinse siz vereceksiniz. Sigortanın onların adına olmasının önemi yok.

Sual: Benim ihtiyacımdan fazla elbisem ve eşarbım var, fakat kendime ait başka hiçbir şeyim yok. Zekât vermem gerekir mi?
CEVAP
Bir oda dolusu elbise ve eşarbınız olsa, ticaret malı olmadığı için zekâtı olmaz. Ancak bunlar kurban nisabına dahil edilir. Yani borçlar çıktıktan sonra, elinizde 96 gram altın alacak elbise ve eşarp kalmışsa, kurban kesmeniz, fitre vermeniz vacip olur. Bunlardan üç takım elbise, üç eşarp hariçtir. Fakat elbiseler alış fiyatına göre değil, bit pazarına çıkarsanız kaç liraya alırlarsa o değerden hesap edilir. Bu bakımdan elbiseniz ne kadar çok olursa olsun nisabı bulması zordur.

Sual: Zekât verirken bunun zekât olduğunu söylemek gerekir mi?
CEVAP
Gerekmez, hediyemdir dense de olur.

Sual: Zekâtım fitrelerimizle birlikte bir çeyrek altın tutuyor. Bir çeyrek altını hem zekâtım için hem de fitrelerim için verebilir miyim?
CEVAP
Evet verilir.

Sual: Param yok. Zekâtımı hesap edip taksitlerle versem caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Zekât verirken, altınları tartmak gerekir mi?
CEVAP
Altın liraların ağırlığı belli olduğu için tartmak gerekmez, 7.2 gramdır. Bilezikleri tartmak gerekir. Ağırlıkları biliniyorsa tartmak şart değildir. Kırkta biri altın olarak verilir.

Sual: 2 kg ağırlığındaki gümüş tepsinin zekâtı nasıl verilir?
CEVAP
2 kg gümüş tepsinin kırkta biri yani 50 gr gümüş, bir fakire verilir.

Sual: Verilen zekâtın, fakirin veya vekilinin eline geçmesi gerekir mi?
CEVAP
Evet, gerekir.

Sual: Zekâtı fazla vermek iyi olur mu?
CEVAP
Elbette.

Sual: Zekât altını hediye içine koyup fakire vermek sahih mi?
CEVAP
Sahih olmaz. Ancak fakir, içinden altın çıktı ne diye sorarsa, siz de hediye derseniz mekruh olarak sahih olur.

Sual: Ev yaptırmak için kooperatife verilen para zekâta tâbi mi?
CEVAP
Para mülkünden çıktığı için zekâtı verilmez.

Sual: Zekâtta, altını düşük ayardan vermek mekruh mu?
CEVAP
Evet.

Sual: Zekâtı verince fakir olan, yıl dolmadan zekât alabilir mi?
CEVAP
Kurban nisabına malik olmadığı gün, zekât alabilir.

Sual: Bana zekât olarak verilen kağıt para ile altın alsam zekât sahih olur mu?
CEVAP
Evet.

Sual: Pahalı dergilerim hurda oldu. Zekâtta da hurda mı sayılır?
CEVAP
Evet.

Sual: Zenginmişim bilmiyordum. Bana zekât verdiler. Ne yapayım?
CEVAP
Bir fakire vermek lazımdır.

Sual: Fakir, verdiğim zekâtı bana hediye etti. O miktar kağıt parayı fakirlere vermezsem günah mıdır?
CEVAP
Tenzihen mekruh olur.

Sual: Fakire zekât olarak verdiğim altını, ucuz satın almam caiz mi?
CEVAP
Mekruhtur.

Sual: Yatırım için, değer kazanınca satarım diye düşünerek alınan ev, arsa veya araba nisaba katılır mı?
CEVAP
Hayır. Ticaret malı değildir.

Sual: 200 gram altını, 150 gr mehir borcu olan, zekât verir mi?
CEVAP
Hayır vermez.

Sual: Zekât borcunu ödemek için ödünç almak gerekir mi?
CEVAP
Hayır.

Sual: Eldeki para, nisaptan aşağı düşünce, zekât almak caiz olur mu?
CEVAP
Kurban nisabına malik ise zekât alamaz.

Sual: Dükkanları, daireleri olan, zekât nisabına malik değilse, zekât alır mı?
CEVAP
Alamaz.

Sual: Fakire zekât olarak bir altın verip (Bunun beş gramını al, kalanı benimdir) demek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: 672 gramdan ağır olan gümüş tepsinin zekâtı verilir mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Nisabı bulacak kadar taksitli borçları olanın, üç ayda bir emekli maaşını alınca, eline nisabı bulacak kadar maaş para geçse, zengin sayılır mı?
CEVAP
Hayır. Hiç borcu olmasa da, elindeki parayı bekletmeden harcayıp nisabdan düşerse, nisab tarihini belirleme bakımından zengin sayılmaz. Bunun gibi, devir iskata oturan fakir de, eline nisabdan fazla altın geçse de, başkasına verdiği için, nisab tarihi bakımından zengin olmuş sayılmaz.

Sual: Nisaba malik olunca yarısını harcadım. O gün zengin miyim?
CEVAP
Hayır.

Sual: Zengin çocuk, büluğdan önceki yılların zekâtını verir mi?
CEVAP
Hayır.

Sual: Taksim edilmemiş malın zekâtı nasıl verilir?
CEVAP
Hemen veya ileride verilir.

Sual: Altınlar tartılmadan tahmin edilerek zekâtı verilebilir mi?
CEVAP
Zekât sayılmadan tartılmadan verilmez. Ancak yaklaşık olarak bilinebilir. Mesela 3 bileziği vardır, alırken gramı belli idi, diyelim ki on gram civarında idi. Küpesi şu kadar kolyesi şu kadar diye hesap edilir. Birazcık da fazla hesap edilmesi iyi olur. Diyelim hepsi 97 gram tuttu siz 100 gram üzerinden zekât verebilirsiniz. 12 ayardan üstünü altındır aşağısı altın değildir. Zekât için altınların gramı önemlidir ayarı önemli olmaz.

Sual: Altının zekâtı, ayarı dikkate almadan, hepsi birden tartılıp kırkta birinin zekâtı verilir dediniz. Halbuki 10 kilo 14 ayar altın, 6 kilo 24 ayar altın bile etmez. Bu nasıl oluyor?
CEVAP
Dinimiz, % 50 nin üstünde altın karışımı olan madeni, altın olarak bildirmiştir. Ayar farkı gözetmeden hepsi toplanır. Kırkta biri zekât olarak verilir. En yüksek ayardan vermek daha sevaptır. Fakat her ayar altını, ayrı ayrı toplayıp her ayarın kırkta birini vermek de caizdir.

Sual: Nisap miktarını hesaplamak için elimizdeki döviz cinsinden paraları TL ye çevirirken alış ve satış fiyatlarından hangisini esas alacağız. Aynı şekilde 96 gr altının kaç TL ettiğini hesaplarken alış mı satış mı değerini esas alacağız?
CEVAP
Kuyumcunun satış fiyatı esas alınır. Elimizdeki doları satarken de dövizci kaça alıyorsa o fiyattan.

Sual: 10 sene önce zekât borcu bulunan bir kimsenin zekât borcunu nasıl ödemesi gerekir? O zaman elinde bulunan para miktarını biliyorsa, o zamanki altın kuruna göre mi hareket etmeli?
CEVAP
10 yıl önceki para ile ne kadar altın alınabiliyorsa, o altın esas alınır.

Sual: Evi olan bir kimse, ikinci bir ev yaptırıyor olsa, bu eve harcadığını ve bu ev için borçlandığını zekât hesabına nasıl dahil eder?
CEVAP
Evi olup olmamasının önemi yoktur. Ev için harcananlar, harcanmış sayılır, borçlanınca, borçlar mevcut paradan düşülür. Geriye kalanın zekâtı verilir. Taksitler ne kadar uzun vadeli olursa olsun, alacaklardan ve mevcut paradan çıkarılır. Kalanın zekâtı verilir.

Sual: Bankada nisap miktarının üstünde para var, yıllardır duruyor. Annem, siz okuyorsunuz, sizlere zekât gerekmez diyor. Doğru mu, yoksa zekât vermem lazım mı?
CEVAP
Para ne için saklanırsa saklansın zekâta tâbidir. Zekâtı fakirse ağabeyinize verebilirsiniz. Ana babaya verilmez. Amcaya dayıya halaya teyzeye vermek daha iyi olur. Zekât vermemek büyük günahtır.

Sual: Üç evle iki arabası olduğu halde hiç parası olmayan kimsenin zekât vermesi gerekir mi?
CEVAP
Ev ve araba çok olsa da zekâtı olmaz. Arabalar ticarette kullanılsa da, evler kirada olsa da zekâtları verilmez. Sene sonunda elinde paraları kalırsa, o paranın zekâtı verilir.

Sual: Çok evi olup da kira geliri olan zekâtını nasıl hesaplar?
CEVAP
Oradan aldıkları ve başka yerden gelenler, maaş vesaire hepsi toplanır, nisabı bulursa, bulduğu zaman zengin sayılır. Bir yıl sonra zekât vermesi farz olur.

Sual: Zekât ve fitre aynı kişiye verilebilir mi? Zekât, birkaç kişiye bölünerek verilebilir mi?
CEVAP
İkisine de evet.

Sual: Gümüş tepsi zekât nisabına girer mi?
CEVAP
Bütün altın ve gümüş eşyalar nisaba girer.

Sual: Nisap miktarına sahip akıl baliğ olmayan çocuk zekât verir mi?
CEVAP
Baliğ olmadıkça zekât vermez.

Sual: Bir kimsenin 20 yıldan beri 100 gr altını olsa, zekât vermesi gerektiğini yeni öğrense, ne kadar zekât vermesi gerekir?
CEVAP
Öyle ise, 20 sene önceki 100 gramın % 2.5 ini verir, ikinci sene (19 sene önceki) için kalanın % 2.5 ini verir. İki sene sonra bu 96 gramdan aşağı düşeceği için artık zekâtı verilmez.

Sual: Zekât ve uşru dini kitap olarak verebilir miyiz?
CEVAP
Zekât ya ticareti yapılan maldan verilir veya altın olarak verilir. Uşur da öyle, kaldırılan mahsulden verilir veya altın olarak verilir. Dini kitap ticareti yapan zekâtını kitap olarak verebilir.

Sual: Hastaya veya şuraya buraya yardım için verdiğimiz paralar zekât yerine geçer mi?
CEVAP
Geçmez. Zekât vermenin usulü vardır. Ona göre vermelidir!

Sual: Namaz kılmayan, oruç tutmayan bir müslümanın da zekât vermesi lazım mıdır?
CEVAP
Elbette vermesi lazım. Nasıl olsa, oruç tutmuyorum, zekâtımı da vermeyeyim dememelidir! Hiç değilse, borcun birinden kurtulmalıdır!

Sual: Bir arkadaşa şu altınları falanca fakire ver dedim. O da, benim altınlarımı değil de kendi altınlarını vermiş. Bir mahzuru olur mu?
CEVAP
Vekil, zenginden aldığı altın yerine, kendi altınını fakire verip sonra zenginin verdiğini, kendi kullanması caizdir. Fakat, zenginin parasını önce kendi kullanıp, sonra kendi parasından zekâtı verirse, caiz olmaz.

Salebe’nin zekâtı
Sual:
Şevahid-ün Nübüvve kitabında deniyor ki:
(Allahü teâlâ Salebe hakkında, (Onlardan kimi de, “Eğer bize lütuf ve kereminden ihsan ederse, muhakkak zekâtını vereceğiz, gerçekten salihlerden olacağız” diyerek Allah’a kesin söz vermişti. Ne zaman ki Allah, kereminden isteklerini verdi, cimrilik edip yüz çevirdiler. Zaten yan çizip duruyorlardı) buyurdu. Salebe’nin kabilesi bunu işitince Salebe’ye, (Helak oldun. Allahü teâlâ senin hakkında âyet gönderdi) dediler. Salebe, Resulullaha gelip, (İşte malımın zekâtı, kabul eyle) dedi. Resulullah, (Allahü teâlâ senin zekâtını kabul etmekten beni men etti) ve (Sen kendi kendine ettin! Sana söyledim, sözümü dinlemedin) buyurdu ve onun zekâtını almadı. Resulullah vefat ettikten sonra Salebe zekâtını Hazret-i Ebu Bekir’e getirdi. Hazret-i Ebu Bekir de, (Resulullahın kabul etmediğini ben nasıl kabul edebilirim) buyurdu. Hazret-i Ömer’in halifeliği zamanında zekâtını ona da getirdi. O da kabul etmedi; fakat Hazret-i Osman halifeliği sırasında kabul etti.)
Burada iki sualim var: 1- Salebe sahabeden değil miydi? Normal bir Müslüman bile zekât verdiği halde, bir sahabi nasıl zekât vermez? Tevbe ettiği halde, zekâtı niye kabul edilmiyor? 2- Hazret-i Osman niye kabul etti?
CEVAP
1-
Salebe münafıktı. Allahü teâlâ onun münafık olduğunu, tevbe de etmeyeceğini bildiği için zekâtını kabul etmedi. Halk arasında ayıplanmamak için, münafıklığı meydana çıkmaması için zekât vermek istedi. Allahü teâlâ da, Müslümanların bu oyuna gelmemesi için zekâtını kabul etmedi. Tevbe suresinin 76. âyetinin sonunda, (hüm mu’ridun) buyuruluyor. Tefsirlerde, (Onlar yan çizenlerdendi, sağa sola yalpalayanlardandı, döneklerdendi, sözünde durmayanlardandı, itiraz edenlerdendi) gibi manalar verilmiştir. Bundan sonraki iki âyetin meali:
(Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da bu yaptıklarının sonucunu kıyamete kadar kalblerinde sürüp gidecek bir münafıklığa çevirdi.) [Tevbe 77]

(O münafıklar bilmez mi ki, Allah, onların gizlediklerini de bilir, fısıltılarını da.) [Tevbe 78]

2- Resulullahın kabul etmediğini hazret-i Ebu Bekir de, bir örnek olsun diye kabul etmedi. Hazret-i Ömer ise, her bakımdan hazret-i Ebu Bekir’e tâbi olduğu için o da, kabul etmedi. Böylece münafıkların zekâtlarının kabul edilmeyeceği kesinleşti. Hazret-i Osman’ın zekâtı alıp almaması, artık fark etmiyordu. Kâfirin verdiği şeyi almanın bir mahzuru olmadığı için, zekât olarak değil, bir bağış olarak kabul etti. Bu da kâfirlerin hediyelerini kabul etmenin caiz olduğunu göstermektedir.

Sual: Bu sene hacca gidecek zengin bir kimse, hac için ayırdığı paranın da zekâtını verecek midir?
CEVAP
Herkesin zekât zamanı aynı değildir. Zekât zamanı, hac zamanından önce olan, mesela Ramazanda olan kimse, vakti gelince, zekâtını verir. Kalan parayla hacca gider. Zekât zamanı, Hac zamanından sonra olan, mesela Muharremde olan, önce hacca gider. Zekât zamanı gelince, hacdan artan paranın zekâtını verir.

Fakire çok zekât vermek
Sual:
Fakire nisap miktarını tamamlayacak kadar zekât vermek mekruhtur. Yarım kilo altın borcu olan fakire, yarım kilo altın zekât vermek caiz olur mu?
CEVAP
Evet, caiz olur. Borcu olduğu için, fakir nisaba ulaşmaz.

Verdiği altınları zekâta saymak
Sual:
Bir kimse, dinen fakir olana taktığı altınları, daha sonra, vereceği zekâta sayabilir mi?
CEVAP
Altın fakirde bulunduğu sürece, sayabilir. Fakir harcamışsa zekâta sayılamaz. (Seadet-i Ebediyye)

Zekât borcu için
Sual
Zekât borcunu ödemek için, ödünç para almak gerekir mi?
CEVAP
Hayır, gerekmez.

Verilmeyen zekât
Sual:
Dört yıldır zekâtı verilmeyen 100 gram altının, her yıl kırkta birini yani 2,5 gramını vermek gerektiğine göre, 10 gram zekât verilse, zekât borcu ödenmiş olur mu?
CEVAP
Zekât borcu ödenmiş olur, ama fazla zekât verilmiş olur. Birinci yıl 2,5 gram verince, geriye 97,5 gram altın kalmış oluyor. İkinci yıl 97,5 gramın zekâtını vermek gerekir. Yaklaşık 2,5 gram da onun zekâtı olsun, hepsi 5 gram eder. 100 gramdan 5 gram çıkınca geriye 95 gram altını kalır. 95 gram olan altının zekâtını da vermek gerekmez. Dört değil, on yıldır zekât verilmemiş olsa bile, yine 5 gram zekât vermek gerekir. Fazla verilirse fazlası nafile, yani sadaka olur.

Kaybolan altın bulunsa
Sual:
Nisabın üzerinde kaybolan altın, 7 yıl sonra bulunsa, geçmiş yılların zekâtını vermek gerekir mi?
CEVAP
Kaybolmuş bir mal bulunursa, önceki yılların zekâtları verilmez. (Seadet-i Ebediyye)

Düğünde verilen altın
Sual:
İki çocuklu bir beyle evlenen ablam, bu üvey çocuklara sünnet düğününde takacağı altınları, zekâtına sayabilir mi?
CEVAP
Babaları zengin değilse sayabilir. Çünkü üvey evlada zekât verilir.

Zekât verirken
Sual:
Bir kimse, zekâtın fakirin hakkı olduğunu düşünerek, o üzülmesin diye, (Sana olan borcumdu) diyerek zekât verse, caiz olur mu?
CEVAP
Hayır, caiz olmaz. (Hediyem) denirse caiz olur.

Alzheimer hastası
Sual:
Zengin dedem, Alzheimer hastası oldu. Onun malından zekât vermek gerekir mi?
CEVAP
Diğer üç mezhepte verilirse de, Hanefi’de çocuğun ve delinin malından zekât verilmez.

Alzheimer hastasının şuuru yerinde olmadığı zaman deli hükmünde olur. Zekât, namaz ve oruç gibi ibadetlerle mükellef değildir. Velisi onun malından zekât vermez. Şuuru yerinde iken namazını kılar, orucunu da tutar. Şuuru giderse orucunu bozması, namaz kılmaması günah olmaz. Zekâtını verecek kadar şuur sahibi ise, zekâtını da verir. Kurban Bayramı'nda şuuru yerinde olup da, (Kurbanımı kesin!) derse, kurbanı da kesilir.

Mehir borcu ve zekât
Sual:
Tam İlmihal’de, (Mehir alacakları nisap hesabına katılır. Nisap miktarı teslim aldıktan bir yıl sonra yalnız o yılın zekâtı verilir) denirken, İslam Ahlakı’nda, (Zevc, mehir borcunu zekât nisabına katmaz. Zevce ise katar. Fakat nisap miktarı teslim aldıktan bir sene sonra elinde kalırsa, yalnız o senenin zekâtını verir) deniyor. İkisi aynı mı yoksa farklı mı?
CEVAP
İkisi farklı değildir. Nisab hesabına katılır ve nisaba katılmaz ifadeleri açıklanırsa ikisinin aynı olduğu görülür.

Alacaklar için (Nisab hesabına katılır) demek, (Alacaklar da dâhil edilince, yani mevcut paraya ilave edilince, tamamı nisabı bulursa, onun da zekâtı verilir) demektir. Nisaba ulaşmazsa zekâtı verilmez.

(Erkek mehir borcunu, nisab hesabına katmaz) demek, (Borcu mevcut malından düşer. Kalanın zekâtını verir) demektir. Mesela bir erkeğin 180 gram altını olsa, 80 gram da mehir borcu olsa, borcunu bu hesaba katar, mehir borcu olan 80 gram altını çıkarır geriye kalan 100 gram altının zekâtını verir. Demek ki, (Nisaba katmaz) demek, borcu olan 80 gram altının zekâtını vermez demektir. Çünkü borçlar nisaba katılmaz. Yani nisaptan düşülür, eldeki paradan çıkarılır.

Kadın, mehir alacağını nisap hesabına katar. Mesela bir kadının 20 gram altını olsa, 80 gram da mehir alacağı var. Bununla 100 gram eder. Nisabı bulduğu için, sadece 20 gram altının zekâtını verir. Alacağı olan 80 gramın zekâtını vermez. Nisaba katar demek onu alacak olarak kabul eder demektir.

Zekât, hicretten sonra farz oldu
Sual: Zekât ne zaman farz oldu ve zekât verilecek malın, paranın mutlak helal yoldan mı elde edilmesi gerekir?
Cevap:
Zekât vermek, hicretin ikinci senesinde Ramazan ayında farz oldu. Her Müslümanın tam mülkü olan nisap miktarındaki zekât malının, belli zamanda, belli miktarını, zekât niyeti ile ayırıp, emredilen Müslümanlara vermektir. Tam mülk, helal yoldan gelip, kullanması mümkün helal malı demektir. Gasp, hırsızlık, rüşvet, kumar ve fasit olarak satın aldığı mal gibi, haram malı kendi helal malı ile veya çeşitli kimselerden aldığı haram malları birbirleri ile karıştırmamış ise, bu haram mallar, mülkü olmaz. Kullanması, nafaka yapması helal olmaz. Bunlarla cami ve başka hayırlar yapamaz. Bunların zekâtını vermesi farz olmaz, zekât nisabının hesabına katılmazlar. Sahipleri veya vârisleri belli ise, kendilerine geri vermesi farzdır. Belli değilse, hepsini sadaka olarak fakirlere dağıtırsa da, sonra sahibi çıkıp, ödemesini, tazminini isterse, öder. Sahiplerini buluncaya kadar dayanamayıp bozulacak malı, kendi kullanıp, sonra tazmin etmesi, yani benzerini, benzeri yoksa kıymetini ödemesi caiz olur.

Sual: Bir şirkete ortak olan, sadece kendi hissesine düşenin mi zekâtını verir?
Cevap:
Bir ticaret şirketine ortak olanın, hissesi nisab miktarı ise, kendi hissesinin zekâtını hesap ederek vermesi lazımdır.

Zekâtı verilmeyen mallar
Sual: Bazı kimseler, dünyada zekâtı verilmeyen malların, ahirette azap aleti olarak, insana geri çevrileceğini söylüyorlar. Gerçekten böyle midir, böyle bir şey var mıdır?
Cevap:
Konu ile alakalı olarak Riyâd-un-nâsıhîn kitabında deniyor ki:
“Hazret-i Ali naklediyor: Resûlullah efendimiz Veda Haccında buyurdu ki: (Malınızın zekâtını veriniz! Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin, namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imânı yoktur.) Yani, zekât vermeyi vazife bilmez, farz olduğuna inanmaz, vermediği için üzülmez, günaha girdiğini bilmezse, imanı gider. Senelerle zekât vermeyenlerin zekât borçları birikerek, bütün malını kaplar. Malı kendinin sanıp, Müslümanların hakkını hatırına bile getirmezler. Böyle kimseler, Müslüman olarak tanınır. Fakat bunlardan, imanını kurtaran pek nadir olur. Zekât vermek, Kur’ân-ı kerimin otuziki yerinde, namazla birlikte emredilmektedir. Tevbe sûresi, 34. âyet-i kerimesi, böyle kimseler için olup, burada mealen; (Malı, parayı biriktirip zekâtını, Müslüman fakirlerine vermeyenlere çok acı azabı müjdele!) buyurulmaktadır. Bu azabı, bundan sonraki âyet-i kerime bildirmekte olup, mealen; (Zekâtı verilmeyen mallar, paralar, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sahiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi bastırılacaktır) buyurulmuştur.” İmâm-ı Gazâlî hazretleri de buyuruyor ki:
“İnsanlardan her biri, dünyada sımsıkı sakladıkları malı boyunlarına geçirmişlerdir. Deve zekâtını vermeyenlerin, boynuna deve yüklenir. Sığır, koyun zekâtı vermeyenler de, böyle olur. Bunların feryatları âdeta gök gürlemesi gibidir. Ekin zekâtını, yani uşrunu vermeyenlerin boynuna ekin denkleri yüklenir. Eğer buğday ise, buğday, arpa ise arpa yani hangi cinsten ise o dolmuştur ki, ağırlığından altında, vâveylâ, vâseburâ diye bağırırlar. Altın, gümüş ve kâğıt para ve sair ticaret malı zekâtından vermeyenler de, dehşetli bir yılanı yüklenirler ki, değirmen taşlarını yüklenmiş kadar ağırlığı vardır. Feryat edip bağırırlar, bu nedir, derler. Melekler onlara; (Bunlar, dünyada zekâtını vermediğiniz mallarınızdır) derler. İşte bu hal, Âl-i îmrân sûresinin mealen; (Dünyada esirgedikleri, kıyamet günü boyunlarına takılır) olan, 180. âyet-i kerimesi ile bildirilmiştir.”

Sual: Zengin bir kimse, niyet etmeden para, mal dağıtsa, bu verdiği para ve mallar zekât yerine geçer mi?
Cevap:
Her ibadete mahsus olan farzların yerine getirilmesi şarttır. Zekâtın da farzı yerine getirilmezse, zekât verilmiş olmaz. Zekâtın farzı birdir, bu da, niyet etmektir. Niyet kalp ile olur. Malın zekâtını ayırırken veya Müslüman fakire verirken; “Allah rızası için, zekât vereceğim” diye niyet edip de fakire veya zekâtını fakirlere vermek için vekil ettiği kimseye verirken hediye veriyorum dese, caiz olur, söze bakılmaz. Zekât ve sadaka diye birlikte niyet ederse, İmâm-ı Ebû Yûsüf'e göre, zekât olur. İmâm-ı Muhammed'e göre, sadaka olur, zekâtını vermemiş olur.

Sual: Zekâtını vermeden ölen kimsenin zekât borçlarını, mirasçıları ödeyecek midir?
Cevap:
Vasiyet etmemiş meyyitin, bıraktığı maldan zekât borcu verilmez. Çünkü niyet etmesi lazım idi. Vârisleri, kendi mallarından ödeyebilirler. Bu takdirde, zekâtın iskatı yapılmış olur.

Sual: Zekât parası ile ölen birisi için kefen alıp, zekâta sayılabilir mi, zekât yerine geçer mi?
Cevap:
Zekât parası ile meyyite kefen alınmaz, meyyitin borcu ödenmez ve cami de yapılmaz.

Sual: Zengin bir kimse, niyet etmeden, fakirlere çokça mal, para verse, dağıtsa, bunlar zekât yerine geçer mi?
Cevap:
Bir kimse, zekât niyeti ile kırkta bir ayırmadan veya verirken niyet etmeden, fakirlere milyonlarla lira dağıtsa, zekât vermiş olmaz. Çünkü zekâtı ayırırken veya kendi vekiline yahut fakire, fakirin vekiline verirken niyet etmesi farzdır.

Sual: Bir fakire, onu dinen zengin edecek miktarda zekât vermek uygun olur mu?
Cevap:
Fakirin, hiç olmazsa, bir günlük ihtiyacını karşılayacak kadar vermek müstehabdır. Borcu olmayan ve çoluk çocuğu bulunmayan fakire, nisap miktarı veya malını nisap miktarına tamamlayacak kadar zekât vermek mekruhtur. Çoluk çocuğu olan fakire, bunların her birine bölünce, nisap miktarı düşmeyecek kadar, çok zekât vermek caizdir. Zekâtı, fakir olan kardeşe ve hala, amca, dayı ve teyze gibi yakın akrabaya vermek daha sevaptır. Yakınları muhtaç iken, başkalarına verirse, sevabı olmaz.

Sual: Bir kimsenin, zekâtını, bulunduğu yerdeki fakirlere vermeyip de, başka şehir veya yerdeki fakirlere göndermesinin, vermesinin dinen mahzuru olur mu?
Cevap:
Zekâtı başka şehre göndermek mekruh ise de, akrabaya vermek için veya kendi şehrinde fakir Müslüman bulamazsa, başka şehre göndermek caizdir. Zekâtı, borcu olana vermek, fakire vermekten daha iyi olduğu Bezzâziyye fetvasında yazılıdır. Malını israf edene, haramda kullanana zekât vermenin layık olmadığı Dürr-i Yektâda yazılıdır.

Sual: Zengin olan bir kimse, zekâtını verdikten sonra elindeki malı istediği gibi harcayabilir mi veya nasıl, nerelerde kullanmalıdır?
Cevap:
Bu konuda, Süleyman bin Cezâ hazretleri, Eyyühel Veled kitabında buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, sana fazla mal verirse bahil yani cimri olma! Din uğruna sarf et! Halis Müslümanların yazdığı doğru ilmihal kitaplarını al, dağıt, cihat sevabına kavuşursun. Peygamber efendimiz bir gün, (Yâ Ebâ Hüreyre! Müminlerin büyüğü, benden sonra o kimsedir ki, Allahü teâlâ ona mal verir, o da gizli ve aşikâre, açıktan Hak yoluna harcar ve yaptığı iyilikleri kimsenin başına kakmaz) buyurdu.”

Zekâtı verilen mal, temizlenmiştir
Sual: Din adamı geçinen bazı kimseler, “zekâtı verilen malı, parayı elinde tutmak, saklamak da çok büyük günahtır” diyorlar. Bunların bu sözlerinin aslı var mıdır?
Cevap:
Zekâtı verilmiş olan mal, ne kadar zaman saklanırsa saklansın, sahibine zarar vermez. Zekâtı verilmiş olan malı tedavülden çekmek suç olmaz. Suç olmaz demek, ahirette bunun için, suale çekilmez ve azap olunmaz demektir. Fakat, bu mal ile hayırlı işler yapmanın, ticarette ve sanatta kullanmanın, İslâmiyete ve Müslümanlara yardım etmenin sevaplarına kavuşulamaz. Hadîka kitabında diyor ki:
“Zekât, malı zarardan korur. Resulullah efendimiz; (Zekâtını vermekle mallarınızı zarardan koruyunuz) buyurdu. Bu hadis-i şerif, Münâvîde de senedi ile yazılıdır. (Altınlarını, gümüşlerini saklayıp Allah yolunda dağıtmayanlara çok acı azap vardır) mealindeki âyet gelince, Resulullah efendimiz; (Zekât Müslümanların mallarını temizlemek için emrolundu. Zekâtı verilen mal kenz olmaz, yani saklanan mal sayılmaz) buyurdu. Bir hadis-i şerifte; (Zekâtı verilmeyen mal için kıyamette çok acı azap vardır) buyuruldu. Resulullah efendimiz, zekâtı verilen mal biriktirilmiş mal sayılmaz buyuruyor, bazı mezhepsizler ise, ‘bu söz doğru değildir’ diyor. Böylelerinin nasıl bir kimse oldukları, bu sözünden de anlaşılmaktadır.”

Sual: Zengin olan bir Müslüman, zekâtını bizzat kendisi, dilediği gibi, dilediği kimseye veremez mi?
Cevap:
Konu ile alakalı olarak Dürri yektâ kitabında deniyor ki:
“Dört çeşit zekât mallarından ikisine, yani altın ile gümüşe ve ticaret eşyasına, Emvâl-i bâtına (gizli mallar) denir. Bir kimsenin gizli mallarını araştırmak ve zekâtlarını istemek caiz değildir. Böyle malların miktarını hesap etmek ve zekâtını vermek işi, bunların sahiplerine bırakılmıştır. Sahibi, zekâtını dilediği fakire vermekte serbesttir. Zekât hayvanlarına ve topraktan yetişen maddelere Emvâl-i zâhire denir. Emvâl-i zâhirenin miktarını anlamak ve fakirlere dağıtmak, bunların sahiplerine bırakılmamıştır. Bu işleri, o zamanki devlet yetkilisi tarafından gönderilen, vazife verilen memur yapardı. Bu memurlara Âmil denirdi.” Zamanımızda böyle vazifeli memurlar olmadığı için, zengin olan kişiler, bu malların zekâtını da, bizzat kendileri verir.

Sual: Zekâtı verirken, fakire hediye diye verilse, yine zekât verilmiş olur mu?
Cevap:
Zekâtın farzı birdir. Bu da, niyet etmektir. Niyet kalp ile olur. Malın zekâtını ayırırken veya Müslüman fakire verirken “Allah rızası için, zekât vereceğim” diye niyet edip de fakire veya zekâtını fakirlere vermek için vekil ettiği kimseye verirken borç veya hediye veriyorum dese de, caiz olur, söze bakılmaz.

Sual: İhtiyaç eşyası, zekât ve kurban hesabına katılmaz deniyor. İhtiyaç eşyası ne demektir ve neler ihtiyaç eşyasına girmektedir?
Cevap:
İnsanı ölümden koruyan şeylere, ihtiyaç eşyası denir. Bunların birincisi nafakadır. Nafaka da üçtür. Bunlar da, yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek deyince, mutfak eşyası da anlaşılır. Ev demek, ev eşyası da demektir. Binek hayvanı veya arabası, silahları, hizmetçisi ve sanat aletleri ve lüzumlu kitapları da ihtiyaç eşyası sayılır.

Sual: Zengin bir kimse, zekât malını veya parasını hesaplayıp ayırsa, bu kimse zekât malını ayırmakla zekâtını vermiş olur mu?
Cevap:
Zekât ayrılmakla verilmiş olmaz. Ayrılan zekât, kendinde veya vekilinde iken kaybolursa, tekrar ayırıp vermesi lazımdır. Vekili kaybedince, öder.

Sual: Ergenlik çağına girmiş olan kız ve erkek çocukların, eğer malları varsa zekât vermeleri gerekir mi?
Cevap:
Hanefi mezhebinin âlimleri; “Mükellef, yani akıl, baliğ ve hür olan Müslüman erkek ve kadının, şartları bulununca, zekât vermeleri farzdır” dediler.

Sual: Zekât malı mutlaka fakire teslim edilmeli midir?
Cevap:
Zekât vermek, malı Müslüman fakire temlik etmekle olur. Yani, malı fakirin eline vermek lazımdır. Îzâh kitabında; “Çocuğa, deliye verilecek zekât, babasına veya velisi olan akrabasına veya vasisine verilir” denmektedir.

Sual: Evin ihtiyaçları için ayrılıp biriktirilen paranın da zekâtı verilir mi?

Cevap:
İhtiyaç eşyasını almak için ve cenaze masrafının yapılması için ayırılan para nisap hesabına katılır. Yalnız bu parası bulunan kimse, nisap miktarı olduğu günden bir sene sonra, yine nisap miktarından az olmazsa, elinde kalan bu paranın zekâtını verir. Çünkü, zekât, fıtra ve kurban için, ihtiyaç eşyasına malik olmak şart değildir. Bu eşyadan elde bulunanı nisaba katılmaz.

Sual: Kaybolmuş, yeri unutulmuş olan paraların, malların zekâtı verilir mi?

Cevap:
Kaybolmuş, denize düşmüş, gasbolunmuş, gömüldüğü yer unutulmuş mal ve inkâr olunan alacaklar, tam mülk olmadıkları için, zekâtta nisap hesabına katılmaz ve ele geçerlerse, önceki senelerin zekâtları verilmez.

Sadaka vermenin önemi

Sadaka vermenin önemi

Sual: Sadakanın önemi nedir?

CEVAP
Allah rızası için yapılan, maddi ve manevi her iyiliğe, sadaka denir. Şeytan verdirmek istemese de sadaka vermelidir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Şeytan, fakirleşirsiniz diye korkutup, size cimriliği, çirkin şeyleri emreder, sadaka verdirmek istemez. Allah ise kendi lütfundan size mağfiret ve bol nimet vadediyor. Allah'ın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilendir.) [Bekara 268]

Sadakanın faydaları hakkında, hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Hastalarınızı sadakayla tedavi edin. Sadaka, her hastalığı ve belayı defeder.) [Beyheki]

(İlmi olan ilminden, malı olan malından sadaka versin.) [İbni Sünni]

(İyilik ömrü artırır, sadaka günahları giderir ve kötü ölümden korur.) [Taberani]

(Sadaka kibri yok eder.) [Tirmizi]

(Sadaka verenin rızkı artar ve duası kabul olur!) [İbni Mace]

(Sadaka vermeye engel olana, lanet olsun.) [Isfahanı]

(Sadaka, kabir azabından korur. Kıyamette de himaye altına alır.) [Beyheki]

(Sıkıntılarınızı sadakayla önleyin.) [Deylemi]

(Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da günahları yok eder.) [Tirmizi]

(Vallahi, sadaka vermekle mal eksilmez. O halde sadaka verin!) [İ. Ahmed]

(Sadaka malı artırır. Öyleyse sadaka verin.) [İbni Ebiddünya]

(Sadaka 70 çeşit belayı önler. Bunların en hafifi cüzzam ve barastır.) [Hatib]

(Sadaka şeytanın belini kırar.) [Deylemi]

(Gizli verilen sadaka, Allah'ın gazabını söndürür.) [Beyheki]

(Sırf Allah rızası için sadaka verene, kıyamette Allahü teâlâ, "Ey kulum, sen benim rızamı gözettin, ben de seni hakir etmem ve vücudunu Cehenneme haram kılarım. Haydi, Cennete istediğin kapıdan gir" buyurur.) [Deylemi]

(Az da olsa sadaka verin. Parayı saklayıp vermeyene, Allah da ihsanını keser.) [Müslim]

(Rızkının bol olmasını isteyen sadaka versin.) [Deylemi]

(Sadaka vererek rızkınızı bollaştırın.) [Beyheki]

(Sadaka malı çoğaltır.) [İbni Adiy]

(Sadaka vermede acele edin; çünkü bela, sadakayı geçemez.) [Taberani, Beyheki]

(Sadaka verin. Çünkü sadaka Cehennemden kurtuluşunuza sebep olur.) [Taberani]

(Bir hurma tanesi de olsa, sadaka olarak verin; çünkü o, az da olsa açlığı dindirir ve suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder.) [İbni Mübarek]

(Güne başlarken sadaka vermek, felaketleri önler.) [Deylemi]

(Sadaka, nafile oruç tutmaktan daha faziletlidir.) [Beyheki]

(Sevabı Müslüman ana babasına niyet edilerek verilen sadakanın sevabı, onlara da gider, kendi sevabından da bir şey eksilmez.) [Taberani]

(Sadaka olarak verilen bir parça ekmek, Allah katında Uhud dağı kadar büyür.) [Taberani]

Sadaka vermek
Sual:
Her gün sadaka vermek gerekiyormuş. Bulamayan ne yapar?
CEVAP
Resulullah efendimizle Eshab-ı kiram arasında şöyle bir konuşma geçer. Peygamber efendimiz buyurur ki:
- Her müslümanın sadaka vermesi lazımdır.
- Ya Resulallah, bulamayan kimse ne yapar?
- Çalışır, kazanır ve sadaka verir.
- Çalışacak bir iş bulamazsa ne olur?
- İhtiyacı olan kimseye herhangi bir şekilde yardım eder.
- Yardım edilecek bir kimse de bulamazsa?
- Herhangi iyi bir iş yapması [malım olsaydı ben de verirdim demesi, birine yol göstermesi, yoldaki sıkıntı veren bir şeyi kaldırması, ölümü hatırlaması, zararı dokunmaktan sakınması, ilim öğrenmesi ve öğretmesi gibi hususlar] da onun için bir sadakadır. (Buhari, Müslim, Nesai)

Kime vermeli
İlim tahsili yapılan yerlere, gerek zekât, fıtra, adak ve akika, gerekse sadaka şeklinde yapılan yardım, insanı kazalardan belalardan korur. Dünyada, sıhhat ve afiyet içinde bir ömür sürmeye sebep olur. Ayrıca farz olan cihad ve ilim yayma sevabına kavuşulur. Böylece yardım yapan kişi, hem dünyada hem de ahirette çok büyük nimetlere kavuşmuş olur. İlim yaymanın sevabını Peygamber efendimiz şöyle ifade buyuruyor:
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda cihada verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı [dinin emir ve yasaklarını öğretme] yanında, denize nispetle bir damla su gibidir.) [Deylemi]

İhlas Vakfı, öğrenci yurtlarında binlerce üniversiteli fakir öğrenciyi ve bilhassa Türk dünyasından gelen muhtaç öğrencileri barındırmaktadır. Onların birçok ihtiyacı, hayırseverlerin yardımları ile sağlanmaktadır. İhlas Vakfı senelerdir, hayırsever vatandaşlarımızın yaptıkları yardımları, en iyi şekilde değerlendirmektedir. İhlas Vakfı, Türk Dünyası’ndan gelen fakir öğrencilere her türlü yardımı yapmaktadır. Azerbaycan, Türkmenistan, Çeçenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Kırım, Doğu Türkistan ve diğer Türk topluluklarından gelen öğrencilere Türkiye’nin büyük şehirlerinde açtığı öğrenci yurtlarında her türlü maddi ve manevi yardımı yapmaktadır.

Yurtlarda üç öğün yemek çıkmakta, İhlas Vakfı, öğrencilere sevgi ve şefkat kucağını açmaktadır. İhlas Vakfı öğrenci yurtlarının bir yıllık et ihtiyacı hayırseverlerin verdikleri kurban vekaletleri ile karşılanmaktadır. Vakfa verilen kurban vekaletleri ile hayırseverler adına, kurbanlıklar satın alınmakta ve dinimize uygun olarak kesilen kurbanlar, soğuk hava depolarında muhafaza edilmektedir. Bir yıl boyunca da, bu etler yurtların yemek ve et ihtiyacında kullanılmaktadır.

Yıllardır ülkemizin ve Türk dünyasının binlerce gencine, öğrenci yurtlarında bir aile ortamı sıcaklığında sevgi ve şefkatle muamele eden İhlas Vakfı’na kurban vekaleti vererek yardım etmek, destek vermek gerekir. Çünkü hadis-i şerifte, (Hayra vesile olan hayır yapan gibidir) buyuruluyor.

70 yıllık komünizm zulmünden kurtularak ülkemize gelen misafir öğrencilere en iyi ev sahipliği yapan İhlas Vakfı, ülkemizin yüz akıdır. Eğitime ve devletimize verdiği hizmet ve destek ile en iyi şekilde kamu hizmeti yapmaktadır. Dünya tarihinde vakıf medeniyetini kuran dedelerimizin torunu olarak vakıfları, hayır kurumlarını ve ilim yuvalarını kurban vekaleti vererek veya başka şekilde desteklemek, bilgili, kültürlü öğrencilerin yetişmesine katkıda bulunmak milli ve dini bir vazifedir.

Arzu edenlerin zekât ve sadaka-i fıtraları da, fakir öğrencilere verilmek üzere vekaleten kabul edilmektedir. Bu hayırlı hizmete değerli okuyucularımızın da katkıda bulunmasını önemle tavsiye ediyoruz.

İhlas Vakfı'na kurban vekaleti veren, bu vakfın hizmetlerine iştirak etmiş olur. Kurban vekaleti vermek isteyenler, herhangi bir İhlas Vakfı öğrenci yurduna veya Türkiye Gazetesi bürosuna giderek veya telefon ederek, kurban vekaleti verebilirler. www.ihlasvakfi.org.tr internet sitesinden de vekalet verilebilir. Mail, telefon ve faks bilgileri ile gerekli hesap numaraları, kurban bedelleri hakkında bilgi, bu sitede mevcuttur.

Neler sadakadır?
Sual:
Neleri yapmak, sadaka olur?
CEVAP
Allah rızası için yapılan her iyilik, sadakadır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kendine ve çoluk çocuğuna harcadıkların birer sadakadır.) [Beyheki]

(Her iyilik, sadakadır.) [Tirmizi]

(Güzel söz, sadakadır.) [İ. Ahmed]

(Güler yüzle selam vermek, sadakadır.) [Beyheki]

(Din kardeşine güler yüz göstermek, sadakadır.) [Tirmizi]

(Bir ağaçtan yenilen veya çalınan şeyler, o ağacı diken için sadaka olur.) [Müslim]

(Birine iyi şeyler öğretmek, kötülük yapmasını önlemek, sorana yol göstermek, sokaktaki zararlı şeyleri temizlemek, birer sadakadır.) [Tirmizi]

(Herkesin eklem yeri kadar sadaka vermesi gerekir. Sübhanallah, Elhamdülillah, La ilahe illallah veya Allahü ekber demek, birer sadakadır. İyiliği tavsiye etmek, kötülüğe önlemeye çalışmak, birer sadakadır. İki rekât kuşluk namazı kılmaksa, bütün bunları karşılar.) [Müslim]

(Emr-i maruf, nehy-i münker yapmak sadakadır.) [Müslim]

(Müdara etmek sadakadır.) [Deylemi]

(Hastanın nefes alıp vermesi sadakadır.) [Hatib]

(Camiye giderken atılan her adım da bir sadakadır.) [İ. Ahmed]

(Ölümü hatırlamak sadakadır.) [Deylemi]

(Borçlu fakire, ödemesi için mühlet verenin, her günü, bir sadaka olur.) [Taberani]

(Yolunu kaybetmişe yol göstermek bir sadakadır.) [C. Sagir]

(Zevcine hizmet sadakadır.) [Deylemi]

(Nikâhlısıyla beraber olmak sadakadır.) [Müslim]

(Haramdan sakınanla, istişare etmek sadakadır.) [Deylemi]

(Kötülük yapmaktan sakınmak bir sadakadır.) [İbni Ebiddünya]

(Ödünç vermek bir sadakadır.) [Taberani]

(Selam vermek sadakadır.) [Buhari]

Sadaka vermekle mal eksilmez
Sual:
Sadaka vermekte zorlanmanın sebebi ne olabilir?
CEVAP
Bu, cimrilikten ileri gelir. Cimrilik ise, iman zayıflığından ve cahillikten kaynaklanır. Hayra verdiği paranın boşa gittiğini zanneder. Ona kat kat mükâfat verileceğini düşünemez. Şeytan, hayra mâni olmak için vesvese verir. Bir âyet-i kerime meali:
(Şeytan, fakirleşirsiniz diye korkutup, size cimriliği, çirkin şeyleri emreder, sadaka verdirmek istemez. Allah ise, kendi lütfundan size mağfiret ve bol nimet vadediyor. Allah'ın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilendir.) [Bekara 268]

Bir hadis-i şerif: (Yemin ediyorum, sadaka vermekle mal eksilmez!) [İ. Ahmed]

Sadaka verenin malının bereketi artar. Az malı çok iş görür. Bir hadis-i şerif:
(Gizli açık çok sadaka verin ki rızkınız bollaşsın, yardıma mazhar olasınız ve duanız kabul edilsin.) [İbni Mace]

Verene Allahü teâlâ, kat kat fazlasıyla verir. Kısana ise, vermeyi kısar. Hazret-i Ebu Bekir’in kızı Hazret-i Esma’nın, (Ya Resulallah, eşim Zübeyr'in verdiği mehirden başka malım yok. Sadaka vereyim mi?) sualine, Resulullah efendimiz şöyle buyurdu: (Gücün nispetinde sadaka ver, kesenin ağzını sıkma! Allah da, senin rızkını sıkar.) [Buhârî]

Sual: Bir kimse, kendisi ve alesi muhtaç oldukları hâlde, sadaka verebilir mi?

CEVAP
Bu konuda İbni Âbidînde, zekat verilecek yerlerin sonunda buyuruluyor ki:

“Kendisine ve bakması vacib olanlara lazım olandan fazla malı bulunan kimsenin sadaka vermesi müstehabtır. Bakması vacib olan kimsesi muhtaç iken, bunun sadaka vermesi günahtır.

Sıkıntıya sabır edemeyecek kimsenin, kendi muhtaç olduğu malı, parayı sadaka vermesi caiz değildir, tahrimen mekruhtur. Sadaka veren kimsenin, sadaka sevabını, Resulullah efendimize, kadın, erkek bütün müminlere göndermeye niyet etmesi iyi olur. Çünki, kendi sevabı azalmaz ve hepsine de ayrı ayrı, hep o kadar sevap verilir.”

En üstün sadaka

En üstün sadaka

Sual: En üstün sadaka nedir?

CEVAP
Bu, sadaka verenin veya verilenin durumuna göre değişir. Mesela, aç bir kimse varsa, onu doyurmak en üstün sadaka olur. Bir kimsenin, maddi imkânı olmayan, borçlu bir arkadaşı varsa, onun için en üstün sadaka bu arkadaşını borçtan kurtarmak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(En üstün sadaka, su vermektir.) [Nesai]

(En üstün sadaka, aç bir canlıyı doyurmaktır.) [Beyheki]

(En üstün sadaka, iki kişinin arasını bulmaktır.) [Taberani]

(En üstün sadaka, dilini tutmaktır.) [Deylemi]

(En üstün sadaka, gizli verilendir.) [Taberani]

(En üstün sadaka, ilmi yaymaktır.) [Taberani]

(En üstün sadaka, ilim öğrenip, başkasına da öğretmektir.)
[İbni Mace]

(En üstün sadaka, kin güden yakınına verilendir.) [Taberani]

(En üstün sadaka, sağlıklı, mala tamahı çok olup, zenginliği umup fakirlikten korkarken verilen sadakadır.) [Müslim]

(En üstün sadaka, doğru sözü yerinde söylemektir.) [Hâkim]

(En üstün sadaka, Ramazan’da verilendir.) [Tirmizi]

Sadakada öncelik
Sual:
Sadaka verirken, öncelik sırası nasıl olmalıdır?

CEVAP
Bu, kişinin durumuna göre değişir. Mesela, borcu olanın, önce borcunu ödemesi gerekir, fakat taksitli borcu olup da, günü gelince ödeyebilecek olan, borcu bitmeden de sadaka verebilir. Zekât borcu varken verilen sadaka da, kabul olmaz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Zekât niyetiyle fakire bir altın vermek, yüz bin altın sadaka vermekten daha sevabdır, çünkü zekât vermek, farzı yapmaktır. Sadakalarsa, nafile ibadettir. Farz ibadetin yanında nafile ibadetlerin hiç kıymeti yoktur. Deniz yanında, damla bile değildir. Şeytan aldatarak, kazaları kıldırtmayıp ve zekât verdirmeyip, nafileleri güzel gösteriyor. (3/17)

Kendi ailesinin nafakasını temin etmeden de, başkasına sadaka verilmez. Sadaka verirken, kendi ailesinden sonra, salih olan fakir akrabalara öncelik vermelidir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Fakire verilen sadaka, bir sadakayken, akrabaya verilen sadaka, hem sadaka ve hem de sıla-i rahim olmak üzere, iki sadakadır.) [Nesai]

(Yakın akraba ve komşuya verilen sadakanın sevabı iki misli fazladır.) [Taberani]

Bir kadın da, Resulullaha, (Fakir kocama hediye versem, sadaka yerine geçer mi?) diye sual ettirdiğinde Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(İki sevab vardır. Biri sadaka, diğeri de sıla-i rahim sevabı.) [Buhari]

Sadakayı gizli mi vermeli?

Sadakayı gizli mi vermeli?

Sual: Fakirin onurunu kırmamak için sadakayı gizli mi vermek gerekir, yoksa başkaları da yardımda bulunsun diye bir teşvik için açıktan verilmesi mi daha iyi olur?

CEVAP
Sadakayı, yardımları bazen açık vermek gerekirse de, genel olarak gizli vermek daha iyidir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Sadakayı açık verirseniz güzel olur, gizli verirseniz, sizin için daha hayırlıdır.) [Bekara 271]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Kıyamette, başka himaye bulunmayan günde Allahü teâlânın himayesindeki 7 kişiden biri, verdiği sadakayı gizleyen, sağ elinin verdiğinden sol eli haberi olmayan kimsedir.) [Buhari]

(Gizli [sadaka, hayır hasenat ve ibadetler] aşikâreden efdaldir. Ancak, iyi örnek teşkil edecekse, aşikârelik gizliden efdaldir.) [Deylemi]

(Sadakayı gizli vermek Cennet hazinesindendir.) [Hatib]

(Gece kılınan namazın gündüz kılınan namaza göre üstünlüğü, gizli verilen sadakanın, aşikâr verilen sadakaya olan üstünlüğü gibidir.) [Taberani]

(Kur'anı aşikâre okuyan, aşikâre sadaka veren gibi, gizli okuyan da gizli sadaka veren gibidir.) [Tirmizi]

(Gizli sadaka Rabbin gadabını söndürür.) [Beyheki, Taberani, İbni Asakir]

Gösterişe kaçmak
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(İyi bir amel yapanın amel defterine gizli yapılmış salih amel olarak yazılır ve sevabı 70 kat artırılır. Kişi bu ameli açıklarsa, aşikâre amel sevabı yazılır. Artırılan sevapları silinir. Bu amelini tekrar herkese söyler, adının anılmasından ve övülmekten hoşlanırsa, aşikâre amel sevabı da silinir, gösteriş, riya olarak yazılır.) [Beyheki]

İstemeyi meslek haline getirenler hariç, bir fakire herkesin gözü önünde yardımda bulunmak, sadaka vermek onun haysiyetine dokunabilir. Muhtaçların gönül rahatlığıyla yapılan yardımı alabilmeleri için hayırlar gizli verilmelidir. Bir müddet önce, Bursa’da bir öğrencinin açıktan yapılan bir yardım sebebiyle intihar ettiğini gazetelerden okumuşsunuzdur.

İslam büyükleri, sadakayı gizlice bir a’manın eline bırakır veya fakir uyurken cebine koyar veya bir çocuk vasıtasıyle fakire gönderirlerdi. Fakiri şükran borcu altına sokmamak için gizli verirlerdi.
Maksat riya ve minnetten sakınmaktır. Fakir vereni görürse, riya ve minnet karışabilir. (Gösterişe ve minnete sebep olan hayır kabul olmaz) buyurulmuştur.

Farz olan zekâtın aleni olarak verilmesi efdaldir. Bunda riya olamaz. Zekâtın böyle alenen verilmesi, zekâtını vermemiş olmak töhmetinden kurtarır, başkalarına da örnek teşkil etmiş olur. İbni Abbas hazretleri, gizlice verilen nafile sadakanın sevabı, alenen verilenden 70 kat fazladır buyurdu. Zekâtın sevabı ise gizlice verilenlerine göre 25 kat fazladır.

Gizli sadakanın üç faydası:
1- Halk; fakirin sadakayı ihtiyaçsız aldığını sanarak suizanna düşebilir. Fakir kötülenir, halk da gıybet edebilir.

2- Hadis-i şerifte, (Veren el, alan elden üstündür) buyuruluyor. Sadaka açıktan verilince fakir zillete düşebilir. Müslümanı zillete düşürmemelidir.

3- Sadaka bir cins hediyedir. Hadis-i şerifte, (Birine gelen hediyeye, yanında bulunanlar ortaktır) buyurulmuştur. (Hakim)

Fakir yanında bulunanlara ondan bir şey vermezse hoş olmaz. Buna sebep olmak da hoş değildir.

Müminler bir vücut gibidir

Müminler bir vücut gibidir

Sual: Bosna’ya yardım için para toplanıyor. Yardımların yerine ulaşıp ulaşmayacağını bilmiyoruz. Yardımlar yerine ulaşmazsa, yardım edenler mesul olur mu?

CEVAP
Yardımı toplayan, müslüman ise, yardım etmek gerekir. Yardımın ulaştırılmasında bir kusur veya hıyanet olursa, günah, onların olur. Onun için, dünyanın neresinde olursa olsun, müslümanlara yardım etmelidir! Amerika’daki, Afrika’daki müslümanlara da yardım etmelidir! Bütün müslümanlar bir ailenin fertleri, hatta bir vücut gibidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır!) [Buhari]

Dertler müşterektir

Bu bakımdan, dünyanın öteki ucundaki bir müslümanın derdi, bizim derdimiz demektir. Ona yardım etmek gerekir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.) [Hakim]

Yiyecek, giyecek ve başka ihtiyaçları için müslümanlara yardım, hem vazifedir, hem de çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir müslümanın sıkıntısını gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allahü teâlâ affeder.) [Buhari]

(Bir din kardeşinin ihtiyacını gideren, ömür boyu Allahü teâlâya ibadet etmiş gibi sevap kazanır.)
[Buhari]

(Kim bir mümini, bir münafıkın eziyetinden korursa, Allahü teâlâ da onu, Cehennem ateşinden korur.)
[Ebu Davud]

(Allah indinde, en kıymetli amel, mümini sevindirmek, sıkıntısını gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmaktır.)
[Taberani]

(Din kardeşini savunan müslümanı Allahü teâlâ, Cehennem ateşinden korur.)
[Taberani]

(Din kardeşinin aleyhinde konuşulurken, ona müdafaaya gücü yeterken, bunu yapmayanı, Allahü teâlâ dünya ve ahirette zelil eder.)
[İbni Ebiddünya]

(Allah katında en kıymetli amel, bir müslümanı sevindirmek yahut bir sıkıntısını gidermek veya sabrını taşıran bir kederini ortadan kaldırmak yahut borcunu ödemektir.)
[Ebuş-şeyh]

(İnsanların iyisi, insanlara iyilik edendir.)
[İ. Ahmed]

(Arkadaşın iyisi, arkadaşına, komşunun iyisi ise komşusuna iyilik edendir.) [Tirmizi]

(Sizin en iyiniz, kendisinden hep iyilik beklenen ve kötülük etmeyeceğinden emin olunandır.)
[Tirmizi]

(Hayra vesile olan, hayır işlemiş gibidir. Allahü teâlâ, sıkıntıya düşene, çaresize yardım edeni sever.)
[İbni Neccar]

(Layık olana da, olmayana da iyilik et. Eğer layık olana iyilik edersen ne iyi. Eğer o kimse iyiliğe layık değilse, sen, iyilik ehlinden olursun.)
[İbni Neccar]

Sevdiğini vermek
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, iyilik ve hayra nail olamazsınız. Ne infak ederseniz, Allahü teâlâ, onu hakkıyla bilir ve mükafatını verir.) [Al-i İmran 92]

İnfaktan maksat zekat diyenler oldu. (Sevdiğiniz maldan zekat vermedikçe saadete eremez, Cennete giremezsiniz. Cimrilikten ve mal sevgisinden temizlenmiş olmazsınız) dediler. İnfak edilen her şeyi Allahü teâlâ bilir, dünyada hakkını verir, ahirette de sevabını ve derecesini artırır. Ömer bin Abdülaziz hazretleri, yüklerle şeker alıp sadaka olarak dağıtırdı. Dediler ki:
(Niçin parasını değil de, şeker alıp sadaka ediyorsun?)
Buyurdu ki:
(Bu şeker, bana paradan daha kıymetlidir, şekeri çok severim.)

Âyet-i kerime nazil olunca, Hazret-i Ömer, en iyi cariyesini azat etmişti. Oğlu Hazret-i Abdullah da en iyi cariyesini azat etmişti. Kendisine dediler ki:
(Kıymetli cariyeyi niçin bıraktın?)
Buyurdu ki:
(Bu âyeti işitince bıraktım. Kişi sevdiğini vermeyince sevdiğini elde edemez.)

Harun Reşidin zevcesi Zübeyde, otuzbin altın harcetmiş, bir mushaf yazdırmıştı. Tamamlanıp da kendisine getirdikleri vakit bu âyet-i kerimeyi okuyunca, hemen mushafı kapayıp: (Alın bunu, salih bir müslümana hediye edin. Şu anda bu mushaftan daha çok sevdiğim bir şey yoktur) dedi.

Âyet-i kerime nazil olunca, Hazret-i Ebu Talha, en sevdiği malı olan bir bahçeyi Allah yolunda tasadduk etti. Zeyd bin Harise hazretleri de, Seyl adındaki atını tasadduk etti.

Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
(Bir kimse sevdiği bir tek hurmayı bile Allah rızası için tasadduk ederse, bu âyetteki iyilik ve hayra mazhar olmuş olur) buyurdu.
(Tibyan)

Haram maldan zekât, sadaka verilir mi?

Haram maldan zekât, sadaka verilir mi?

Sual: Haramdan sadaka verilse ne olur?

CEVAP
Haramdan sadaka verilse, alan fakir de haramdan olduğunu bilerek, verene, Allah razı olsun dese veya Allah kabul etsin dese ve veren de, âmin dese, ikisi de küfre girer.

Bir kimsenin elindeki malın haram mal olduğu bilinmedikçe, çalınmış veya kumardan almış olsa bile, elindeki bu malın onun helal mülkü olduğu kabul edilir. Bunu verince, mülk-i habis ise de, almak caiz olur. Verilenin haram mal olduğu kesin bilinirse, bunu almak caiz olmaz.

Haram malı, hediye vermek caiz olmaz. Haram olduğunu bilenin de, bunu alması caiz olmaz. Eline, haram mal, mesela para geçen, bunu sahibine vermeli, sahibi bilinmiyorsa, fakire sadaka vermelidir. Başka yere vermesi günah olur. Bu malı almak, fakirlerden başka kimseye caiz olmaz. Yalnız vârisin, haram mal olduğunu bildiği halde, mirası alması caiz olur. Sadaka olarak verdiği fakir, haram malı kendisine hediye ederse, bunu kendisi de kullanabilir.

Malının çoğunun helal olduğu sanılanın verdiği hediyeyi almak caiz olur. Malı haram ise caiz olmaz.

Bulanık suyun temiz olduğu kabul edilir. Çünkü, suyun aslı temizdir. Necis olması ise, şüphelidir. Kazancının çoğu haramdan olan kimsenin verdiği malın haramdan olduğu kesin olarak bilinmedikçe, bu malını almak haram olmaz, mekruh olur. Malının çoğu helal olanın hediyesi alınır. Çoğu haram ise, helal diyerek verdiği alınır. Verirken söylemedi ise, araştırıp zannına göre amel eder.

Sual: Benden düştüğü şüpheli bir para var. Haram olan bir şeyi sadaka olarak vermek haram olduğunu biliyorum. Bu parayı ne yapmam lazım?
CEVAP
Fakirsen kendin kullanabilirsin, zenginsen bir fakire ver. Bulunan para sizin olmasa da haram para değildir. Bir fakire vermekte mahzur yoktur.

Sual: Din kitaplarında, (Haramdan kazanılan bir mal, sadaka olarak verilse, bunu bilerek alan, Allah kabul etsin derse kâfir olur; fakat Allah razı olsun denirse küfür olmaz) deniyor. Niye biri küfür de öteki değil?

CEVAP
Haram maldan sevab beklenmez. Yani dinimizde haram malın sevabı olmayacağı bildirilirken, Allah kabul etsin diyerek, dinin emri kabul edilmemiş oluyor. Allah razı olsun demek ise, bu halinden, haram işlediğinden dolayı Allah razı olsun demek değildir. O manada söylenirse, elbette o da küfür olur. Allah seni razı olacağı hale getirsin anlamında bir duadır. Gerektiğinde kâfire böyle dua edilebilir. Yani onun hidayeti için dua ediliyor. Bu caiz olur. Fakat kâfire, Allah sana rahmet etsin diye dua etmek caiz olmaz.

Haram parayla hayır yapmak
Sual:
Toplanan helal ve çeşitli haram paralarla cami yaptırılır mı? Haram para hayra sarf edilir mi? Haram parayı verene, Allah razı olsun denir mi?

CEVAP
Birgivi vasiyetnamesi şerhi
’nde, (Bir kimse, elindeki kati haram olan maldan sadaka verse, sevab umsa, alan fakir, haramdan olduğunu bilerek, verene Allah razı olsun dese, veren de veya başka bir kimse de âmin dese, hepsi kâfir olur) deniyor. İbni Abidin hazretleri burada, (Haram olduğu bilinen belli malla cami yaptırmak ve başka hayır yaptırmak ve bunlara karşılık sevab beklemek de küfürdür) buyuruyor. (Seadet-i Ebediyye)

Haramdan mal kazanmak, haramdan sadaka vermek ayrı, haramla helali karıştırarak kullanmak ayrıdır. Kullanmanın caiz olması, haramın caiz olması demek değildir. Haramdan kazanan, elbette cezasını çekecektir.

Bu konuda, merhum hocamıza sorduğumuz sualin cevabı şöyleydi:
İki veya daha çok farklı haram mallar, birbirleriyle ve helal mallarla karışırsa mülk olur. Her türlü kullanması caiz olur. Yani cami yaptırılır. Haram parayı verene Allah razı olsun demek caizdir, fakat Allah kabul etsin demek küfür olur.

Haramdan sevab beklendiği için küfür oluyor, ama o kimseyi Allahü teala razı olduğu yola çevirebilir. Kâfire bile, imana gelmesi veya razı olacağı hale çevirmesi niyetiyle Allah razı olsun denir.

Böyle söylemek bu hâlinden razı olsun demek değildir, onu razı olacağı hale çevirsin demektir. Demek ki, bu niyete göre kâfire bile Allah razı olsun denebiliyor. Böyle bir niyet olmadan Allahü tealanın kâfirden razı olması için söylemek küfür olur.

Sırf tek haram parayla yapılan camide namaz kılmak caiz olmaz.

İsraf da, cimrilik de etmemeli

İsraf da, cimrilik de etmemeli

Sual: Çok sadaka verenler oluyor. Sadaka vermek israfa girer mi?

CEVAP
Sadaka vermekte de, israf olur. Sabit bin Kays hazretleri, bir günde 500 ağacının hurmalarını toplayıp hepsini sadaka vererek evi için hurma bırakmayınca, (Hepsini vermeyin!) âyet-i kerimesi geldi. Muaz bin Cebel hazretlerinin bir hurma ağacı vardı. Hurmalarını toplayıp hepsini sadaka verip kendine bir şey bırakmayınca, (Fakat israf etmeyin!) mealindeki âyet-i kerime geldi. Bir erkek çocuğu, Resulullah efendimize gelip bazı lüzumlu şeyleri istedi. Peygamber efendimiz, onların hiçbirinin bugün kendisinde bulunmadığını bildirince, çocuk, gömleğini istedi. Hemen mübarek arkasından gömleğini çıkarıp verdi. Gömleksiz kaldı. O zaman, (Ey Habibim, kendine kalmayacak şekilde dağıtma!) âyet-i kerimesi geldi.

Borcundan çok malı olmayan veya çoluk çocuğu sıkıntıya sabredemediği hâlde, bunların ihtiyacını karşılayacak maldan fazlası bulunmayan veya sıkıntıya katlanamadığı hâlde, kendisi muhtaç olanın, sadaka ve ödünç vermesi israf olur.

Bir hadis-i şerif meali:
(Kendisi veya çoluk çocuğu muhtaçken veya borcu varken verilen sadaka kabul olmaz. Borç ödemek, sadaka ve hediye vermekten önce gelir.) [Buhari]

Kendisi veya çoluk çocuğu sabredemeyenin, sadaka vermesi mekruh olur; hattâ bazı âlimlere göre, hiç kabul olmaz.
(Tarikat-ı Muhammediyye)

Sadaka-i cariye

Sadaka-i cariye

Sual: Sadaka-i cariye ne demektir?

CEVAP
Öldükten sonra da, amel defterimize sevap yazdıran sadakadır. Sadaka-i cariye, cami, çeşme, yol yapmak, ağaç dikmek, faydalı ilmi eser bırakmak gibi insanlara faydası dokunan her çeşit iyi işlerdir. Bir hadis-i şerif meali:
(İnsan ölünce, üç şey hariç ameli kesilir: Sadaka-i cariye, faydalı ilmi eser bırakmak veya ona dua ve istigfar edecek salih evlat.) [Müslim]

Herkes cari sadaka olarak cami yaptıramaz, ilmi eser yazamaz. Ama kolayı var. Faydalı bir eserin dağılmasına sebep olmak da, o kitabı yazmak gibi sevap getirir. Bir hadis-i şerif meali:
(Mümine, öğrenip yaydığı ilmin sevabı, ölümünden sonra da devam eder.) [İbni Mace]

Faydalı eserden maksat, dinimize dünyamıza faydalı olan her eser buna dahildir. Fıkıh kitabı, tefsir kitabı, ilmihal kitabı, tıp, fizik, kimya kitabı faydalı kitaplardandır. Kasetler, CD’ler, filmler faydalı olmak şartı ile hepsi sadaka-i cariye hükmündedir. Faydalı olmak şartı ile bir radyo, bir televizyon, bir gazete, bir dergi, bir internet sitesi gibi her çeşit yayın, sadaka-i cariyeye dahildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehit sevabı vardır.) [Hakim] (Ya bir farzı veya vacibi meydana çıkarmanın sevabının ne kadar çok olduğu buradan anlaşılmalıdır.)

Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları, hakiki din kitaplarına uyanlara yüzlerce şehit sevabı verilir. Sünnete yapışmak, sünneti ortaya çıkarmak Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını öğrenmekle olur.

Bayramlarda, özel günlerde hediye olarak bir kimse, ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından bir kitap, mesela bir İslam Ahlakı kitabı hediye verse, yüz şehit sevabı alır. Çünkü unutulmuş sünnetlerin yanında, farzlar ve vacipler de yayılmış oluyor. Bozuk din kitabı vermek de bunun aksi olup, çok veballi bir iştir, bu sefer işlenen günaha da ortak olmuş olur.

Sevabını hediye etmeli
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Sadaka [ve Kur'an-ı kerim okumanın] sevabını önce Peygamberimizin mübarek ruhuna hediye etmeli, sonra ölülerin ruhlarına göndermelidir. Böylece kabul olma ümidi fazla olur. Sevabını bütün müminlerin ruhlarına da hediye etmek iyi olur. Her birine sevabın hepsi ulaşır. Kendi sevabından bir eksilme olmaz. (2/36)

Camiye verilecek para
Sual:
Babam, (Şu parayı al, bir camiye ver!) dedi. Bu parayı İslam âlimlerinin kitaplarını dağıtarak emr-i maruf yapan yerlere vermek caiz olur mu?
CEVAP
Elbette olur. İslamiyet’i yaymak için verilmiş olur, daha önemlidir.

Cami yaptırmak
Sual:
Bir kimsenin yaptırdığı küçük bir cami yıkılıp, yerine başkası büyük bir cami yaptırsa, öncekinin sevabı kesilir mi?
CEVAP
Kesilmez.

Sadakayla ilgili çeşitli sual cevaplar

Sadakayla ilgili çeşitli sual cevaplar

Sual: Borcu olan bir kimsenin sadaka vermesi caiz olur mu?

CEVAP
Ödünç alınan ve acil verilmesi gereken borçlar ise sadaka vermek caiz olmaz. Fakat taksitli borçlar ise mahzuru olmaz.

Sual: Taksitli borçlarım var. Muntazaman ödüyorum. Borçlunun önce borcunu ödemesi lazım olduğu için, cüzi miktarda da olsa sadaka versem olur mu?
CEVAP
Evet, kabul olur.

Sual: Hediye mi, sadaka mı daha sevaptır?
CEVAP
Önce aileye nafaka, sonra sadaka, sonra hediye.

Sual: Sadaka niyetiyle yapılan para yardımları vekaleten de olur mu?
CEVAP
Olur.

Sual: Sadaka verirken sevabını Peygamber efendimize göndermeye de niyet etmek caiz mi?
CEVAP
Sadaka verenin, sadaka sevabını Resulullah efendimize ve bütün müminlere göndermeye niyet etmesi iyi olur. Çünkü, kendi sevabından bir eksilme olmadığı gibi, hepsine de ayrı ayrı, hep o kadar sevap verilir. (Redd-ül Muhtar)

Sigara istemek
Sual:
Dilenmek haram olduğuna göre, birinden bir tek sigara veya ateş istemek caiz midir?
CEVAP
Caizdir. O kadarcık şey dilenmeye girmez.

Sadaka ve kibir
Sual:
Bir arkadaş, şeker, gofret gibi bir hediye verirken (Yakala!) diyerek uzaktan atıyor. Bu, kibir alameti değil midir?
CEVAP
Belki, samimi olduğu için veya hediyeye önem vermediği için olabilir, çünkü İslam Ahlakı kitabında, (Sadaka verenin kibirli görünmesi, fakire karşı değildir. Verdiği malı küçültmektir. Mala kıymet vermediğini gösterir) deniyor. Hediye veren de, hediyesine önem vermediği için öyle yapmış olabilir, ama aralarında samimiyet yoksa, öyle yapmak doğru değildir.

Hayır kurumu
Sual:
Cami için verilen parayı, daha önemli bir hayır kurumuna vermek caiz midir?
CEVAP
Daha önemliyse, daha iyi olur.

Hayvan beslemek
Sual:
Evdeki kedilere veya sokaktaki köpeklere verdiğimiz yiyecekler sadaka hükmüne girer mi?
CEVAP
Elbette girer. Hattâ kedi, köpek, domuz gibi hayvanlar, evimizdeki, bahçemizdeki buldukları şeyleri yeseler, mesela kurt koyunumuzu, tilki tavuğumuzu, kartal civcivlerimizi yese hepsi sadaka olur. Bir hadis-i şerif:
(Müslümanın diktiği ağaçtan yenilen şey sadakadır. O ağaçtan çalınanlar, vahşi hayvanların ve kuşların yedikleri sadaka olur.) [Müslim]

Paraya kıymet vermemek
Sual:
Mendil serip dilenenin önüne parayı, eğilmeden ayakta iken atmak uygun mudur?

CEVAP
Paraya önem vermemek maksadıyla yapılırsa mahzuru olmaz. Çünkü İslam Ahlakı kitabında, (Sadaka verirken, neşe ve sevinçle karışık tekebbür etmeli. Sadaka verenin tekebbürü, fakire karşı değildir. Verdiği malı küçülttüğünü ve mala kıymet vermediğini gösterir) deniyor. Dilenciye niye kibirlensin ki? Dilenci de o hareketten alınmaz. Atılan parayı havada kapar.

Muhtaç olanın sadaka vermesi
Sual: Bir kimsenin, bakmakla sorumlu oldukları muhtaç iken, başka muhtaçlara yardım etmesi uygun olur mu?

Cevap:
Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Kendisine ve bakması vacib olanlara lazım olandan fazla malı bulunan kimsenin sadaka vermesi müstehabdır. Bakması vacib olan kimsesi muhtaç iken, bunun sadaka vermesi günahtır. Sıkıntıya sabredemeyecek kimsenin, kendi muhtaç olduğu malı, parayı sadaka vermesi caiz değildir, tahrimen mekruhtur.

Sadaka veren kimsenin, sadaka sevabını, Resulullah Efendimize ve bütün müminin ve müminâta göndermeye niyet etmesi iyi olur. Çünkü, kendi sevabı azalmaz ve hepsine de ayrı ayrı, hep o kadar sevap verilir.”

Cimri zekâtı ne ki?

Cimri zekâtı ne ki?

Sual: (Kırkta bir zekât, cimri zekâtıdır. Zekâtta limiti kaldırmalı) deniyor. Bu limiti bildiren Resulullah'ı cimrilikle suçlamak caiz midir? Resulullah'ın koyduğu ölçüyü hangi reformcunun değiştirme yetkisi vardır ki?

CEVAP
Kırkta bir zekâta cimri zekâtı demek, Resulullah'a yapılan çok çirkin bir hakarettir. Kur'an-ı kerimde namazların nasıl kılınacağı, zekâtın nisabı bildirilmemiştir. Bunlar, hadislerle açıklanmıştır. Çünkü Kur'an-ı kerimde mealen (Resul neyi emrettiyse onu yapın, neyi yasak ettiyse ondan sakının!) buyuruldu. (Haşr 7)

Buharî, Ebu Davud, Nesaî gibi muteber hadis kitaplarında, (Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Enes’i Bahreyn'e gönderdiği zaman, Resulullah'ın mührüyle mühürlenmiş bir talimat verdi) buyuruluyor. Fıkıh kitaplarındaki zekât oranları Resulullah'ın bu talimatına göre hazırlanmıştır.

Her fıkıh kitabında, (Sığırın nisabı otuzdur) diyor. (Tirmizî, Nesaî)

Her fıkıh kitabında, (Koyunun nisabı kırktır) diyor. (Buharî, Nesaî)

Her fıkıh kitabında, (Beş devenin nisabı, bir koyundur) diyor. (Buharî, Nesaî)

Her fıkıh kitabında, (Mahsulün uşru onda birdir) diyor. Bir hadis-i şerif meali:
(Yağmur, pınar veya ırmak suyu ile sulanan mahsulün uşru onda birdir. Dolapla veya hayvanla sulanırsa yarısıdır.) [Buharî, Müslim]

Her fıkıh kitabında (Define zekâtı beşte birdir) diyor. Bir hadis-i şerif meali:
(Define zekâtı beşte birdir.) [Buharî, Müslim]

Her fıkıh kitabında (Altın ve gümüşün zekâtı kırkta birdir) diyor. İki hadis-i şerif meali:
(Gümüş paraların zekâtı kırkta birdir.)
[Tirmizî, Ebu Davud, Nesaî]

(Altın ve gümüşün zekâtı kırkta birdir.) [Buharî, Ebu Davud, Nesaî]

Her fıkıh kitabında (Balın zekâtı onda birdir) diyor. Bir hadis-i şerifte, (Balın zekâtı onda birdir) buyuruldu. (Tirmizî)

Görüldüğü gibi, Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, zekâtta ölçüyü bildirmiştir. Bu ölçüleri kimsenin değiştirmeye hakkı yoktur. Mezhepler, farklı hadisleri dikkate alarak farklı bazı ictihatlarda bulunmuşlarsa da, kırkta bir ölçüsüne hiçbiri dokunmamıştır. Bu ölçüyü değiştirmek dinde reform olur. Dinde reform ise dinsizliktir.

Orucun ve Ramazan ayının fazileti

Orucun ve Ramazan ayının fazileti

Sual: Ramazan ayının önemi nedir?

CEVAP
Bu konuda imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.

Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.

Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir.

Kur’an-ı kerim, Ramazanda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Ramazan-ı şerifte, iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.

İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.

Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallahü teâlâ) duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.

Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin! Âmin. (Mektubat ,1.c. 45.m.)

Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır.

Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. [Tirmizi] (Ama orucu kazaya bırakmayı mubah kılan dînî bir mazeret varsa, o zaman ramazan orucunu kazaya bırakmak günah olmaz.)

Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]

(Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilip, sevabını da Allahü teâlâdan bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.) [Buhari]

(Ramazan ayı gelince, “Ey hayır ehli, hayra koş! Şer ehli, sen de kötülüklerden el çek” denir.) [Nesai]

(Ramazan bereket ayıdır. Allahü teâlâ bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.) [Taberani]

(Ramazan-ı şerif ayı geldiği zaman, Allahü teâlâ meleklere, müminlere istigfar etmelerini emreder.) [Deylemi]

(Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; ramazan ayı, sonraki ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.) [Taberani]

(Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.) [Ebu Nuaym]

(Ramazan orucu farz, teravih sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.) [Nesai]

(Bu aya ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.) [İ. Mansur]

(Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutunuz! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.) [İbni Ebiddünya]

(Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret, sonuysa Cehennemden kurtuluştur.) [İ. Ebiddünya]

(İslam, kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.) [Müslim]

(Cennetteki güzel köşkler, sözü hoş, selamı çok, yemek yediren, oruca devam eden ve gece namazı kılan kimselere verilir.) [İbni Nasr]

(Oruç tutan müminin susması tesbih, uykusu ibadet, duası müstecap ve amelinin sevabı da çoktur.) [Deylemi]

(Bilhassa oruçlu iken çirkin, kötü söz söylemeyin! Biri size sataşırsa, ona “Ben oruçluyum” deyin!) [Buhari]

(Gerçek oruç, sadece yiyip içmeyi değil, boş ve hayasızca sözleri de terk ederek tutulan oruçtur.) [Hakim]

(Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.) [Taberani]

(Allah yolunda bir gün oruç tutanı, Allahü teâlâ yetmiş yıllık mesafe kadar cehennemden uzaklaştırır.) [Buhari]

(Temizlik imanın yarısı, oruç da sabrın yarısıdır.) [Müslim]

(Oruçlu iken ölene, kıyamete kadar oruç tutmuş gibi sevap yazılır.) [Deylemi]

(Oruçlu iken ölen Cennete girer.) [Bezzar]

(Oruç tutan, namaz kılan kimse, mükafatını kıyamette aklı kadar alır.) [Hatib]

(Oruç şehveti keser.) [İ. Ahmed]

Mübarek vakitlerde, günahlardan titizlikle uzak durmalı, taatları, ibadetleri ve her çeşit hayratı artırmalıdır. Zira Allahü teâlâ, tarafından sevilen kimse, faziletli vakitlerde faziletli amellerle meşgul olur. Buğzettiği kul ise; faziletli vakitlerde kötü işlerle meşgul olur. Kötü işlerle meşgul olanın bu hareketi azabının daha şiddetli olmasına ve Allahü teâlânın, ona daha çok buğzetmesine sebep olur. Çünkü o, böyle yapmakla vaktin bereketinden mahrum kalmış ve onun hürmet ve şerefini çiğnemiş olur. (Mev'iza-i hasene)

Resulullah efendimizin rüyası
(Rüyamda acayip şeyler gördüm. Ümmetimden birini azap melekleri yakalamıştı. Aldığı abdestler gelip, onu içindeki zor durumdan kurtardı. Birini gördüm, kabri onu sıkıyordu. Kıldığı namazlar gelip, onu kabir azabından kurtardı. Birine şeytanlar musallat olmuştu. Ettiği zikirler gelip, şeytandan onu kurtardı. Birinin de susuzluktan dili çıkmıştı. Tuttuğu Ramazan orucu gelip, susuzluğunu giderdi.

Birini zulmet sarmıştı. Yaptığı hac gelip karanlıktan çıkardı. Birine ölüm meleği gelmişti. Ana babasına yaptığı iyilikler gelip, ölümüne engel oldu, geciktirdi. Birini Müslümanlarla konuşturmuyorlardı. Sıla-i rahim gelip, ona şefaat etti, onlarla konuştu. Peygamberinin yanına gitmek isteyen birine engel oluyorlardı. Aldığı gusül, onu alıp yanıma getirdi. Ateşten korunmak isteyen birine, sadakası gelip ateşe perde oldu. Birini zebaniler alıp Cehenneme götürürken, yaptığı emr-i maruf ve nehy-i münker gelip kurtardı. Biri Cehennem ateşine atılmıştı. Allah korkusu ile döktüğü gözyaşları gelip oradan kurtardı.

Birine amel defteri solundan verilirken, Allah korkusu gelip, defterini sağa aldı. Sevapları hafif gelen birine, kendinden önce ölen çocukları gelip, sevabını ağırlaştırdı. Cehennemin kenarında, korkudan titreyen birine, Allahü teâlâya olan hüsnü zannı gelince, titremesi durdu. Sırattan zorla geçen biri, Cennete geldi. Fakat kapılar kapalıydı. Kelime-i şehadeti gelip, onu Cennete koydu.)
[Taberani, Hakîm-i Tirmizi]

Sual: Günah işlememize şeytanlar sebep olduğuna göre, Ramazanda bağlı olan şeytanlar nasıl günah işletiyor?
CEVAP
Günah işlememize yalnız şeytanlar değil, kendi nefsimiz de sebep olmaktadır. Nefsin zararı, şeytanınkinden çok fazladır. Nefsin her istediği kendi zararınadır. Ramazanda günah işleten, nefsimizdir. Bu ayda, şeytanlar bağlı olduğu için vesvese veremezler. Ramazanda esnemeler de şeytandan değildir. Asabi esnemeler, yorgunluk, uykusuzluk gibi hallerde meydana gelir. (Mektubat-ı Rabbani)

Oruçluyken ölmek
Sual:
Abdestliyken ölen şehit oluyor. Oruçluyken ölmek de iyi midir?
CEVAP
Evet, çok iyidir. Bir hadis-i şerifte, (Oruçluyken ölen Cennete girer) buyuruldu. (Bezzar)

Sevab zorluğa göredir
Sual:
Ramazan ayı, yaza ve kışa gelebiliyor. Kışın kısa günlerde oruç tutulması daha kolay, yazın uzun günlerde sıcakta tutmaksa çok zordur. İkisinin sevabı aynı mıdır?
CEVAP
Hayır, zorluklar içinde yapılan ibadetin sevabı daha çoktur. (Ecir meşakkate göredir) buyuruluyor. İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Maniler karşısında, ibadeti yapmak güçlüğü, sıkıntısı, o ibadetlerin, şanını, şerefini göklere çıkarır. Mani olmayarak, kolay yapılan ibadetler, aşağıda kalır. (3/35)

Ramazan-ı şerif kışa da gelse, farz ibadet olduğu için sevabı çoktur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kışın oruç tutmak, meşakkatsiz elde edilen bir ganimettir.) [Tirmizi]

(Kış müminin baharıdır. Gündüzleri kısa olur, oruç tutar. Geceleri de uzun olur, kalkıp ibadet eder.) [Beyheki]

Şehr-i Ramazan
Sual:
Şehr-i Ramazan, Ramazan ayı mı demektir? Yâ şehre Ramazan deniyor. Niye şehr-i Ramazan denmiyor?
CEVAP
Şehr, ay demektir. Türkçede şehr-i Ramazan denince Ramazan ayı anlaşılır. Yâ diye başlayınca üstünlü olur, yani şehre olur. Mesela Abdullah kelimesi yâ ile başlayınca, (Yâ Abdellah denir. Yâ ile başlayanlar genelde hep böyledir. Resulullah kelimesi yâ ile başlayınca (Yâ Resulallah) olur. Ömer kelimesi yâ ile başlasa da değişmez, yine (Yâ Ömer) denir. Namazda sûre okurken böyle irap hataları namazı bozmaz.

Oruç tutarken
Sual:
Oruçluya şeytanın vesvese veremeyeceği, ona yaklaşamayacağı doğru mudur?
CEVAP
Evet, doğrudur. İmam-ı Şa’rânî hazretleri buyuruyor ki: Orucun birçok faydasından biri, bedenimize şeytanın gireceği bütün yolları tıkamasıdır. (Uhud-ül-kübra)

Ramazan ayının üstünlüğü, fazileti
Sual: Oruç tuttuğumuz ay olan Ramazan ayının, diğer aylardan üstünlüğü, farkı, fazileti nedir?
Cevap:
İslâmın beş şartından dördüncüsü, mübarek Ramazan ayında, her gün oruç tutmaktır. Oruç, hicretten 18 ay sonra, şaban ayının onuncu günü, Bedir gazasından bir ay evvel farz oldu. Ramazan, yanmak demektir. Çünkü bu ayda oruç tutan ve tevbe edenlerin günahları yanar, yok olur. Selmân-ı Fârisî hazretleri, Resûlullah efendimizin şaban ayının son günü hutbede şöyle buyurduğunu bildirmektedir:
(Ey Müslümanlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece ki Kadir gecesi, bin aydan daha faydalıdır. Allahü teâlâ, bu ayda, her gün oruç tutulmasını emretti. Bu ayda, geceleri teravih namazı kılmak da sünnettir. Bu ayda, Allah için ufak bir iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmış gibidir. Bu ayda, bir farz yapmak, başka ayda yetmiş farz yapmak gibidir. Bu ay, sabır ayıdır. Sabredenin gideceği yer Cennettir. Bu ay, iyi geçinmek ayıdır. Bu ayda müminlerin rızkı artar. Bir kimse, bu ayda, bir oruçluya iftar verirse, günahları affolur. Hak teâlâ, onu Cehennem ateşinden azad eder. O oruçlunun sevabı kadar, ona sevap verilir.) Eshâb-ı kiram;
-Ya Resûlallah! Her birimiz, bir oruçluya iftar verecek, onu doyuracak kadar zengin değiliz, deyince. Resûlullah efendimiz;
(Bir hurma ile iftar verene de, yalnız su ile oruç açtırana da, biraz süt ikram edene de, bu sevap verilecektir. Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası af ve mağfiret ve sonu Cehennemden azad olmaktır. Bu ayda, emri altında olanların vazifesini hafifletenleri, Allahü teâlâ affedip, Cehennem ateşinden kurtarır. Bu ayda dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini Allahü teâlâ çok sever. Bunlar, Kelime-i şehadet söylemek ve istiğfar etmektir. İkisini de, zaten her zaman yapmanız lâzımdır. Bunlar da Allahü teâlâdan Cenneti istemek ve Cehennem ateşinden Ona sığınmaktır. Bu ayda, bir oruçluya su veren bir kimse, kıyamet günü susuz kalmayacaktır) buyurdu.

Sual: Ramazan ayına mahsus, Müslümanlar için bildirilen bir müjde var mıdır?
Cevap:
Konu ile alakalı olarak, İmâm-ı Beyhekî hazretlerinin haber verdiği hadis-i şerifte buyruluyor ki:
(Allahü teâlâ benim ümmetime, Ramazan-ı şerifte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir Peygambere vermemiştir:
1- Ramazanın birinci gecesi, Allahü teâlâ müminlere rahmet eder. Rahmet ile baktığı kuluna hiç azap etmez.
2- İftar zamanında, oruçlunun ağzı kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.
3- Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların af olması için dua eder.
4- Allahü teâlâ, oruç tutanlara, ahirette vermek için, Ramazan-ı şerifte Cennette yer tayin eder.
5- Ramazan-ı şerifin son günü, oruç tutan müminlerin hepsini affeder.)

Mümin için fırsat ayı
Sual: Ramazan ayı, Müslümanlar için, din ve dünya saadetini kazanmada bir fırsat ayı mıdır?
Cevap:
Ramazan, kelime anlamı itibariyle yanmak demektir. Çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur. Buharideki hadis-i şerifte;
(Bir kimse, ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir, vazife bilir ve orucun sevabını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günahları affolur) buyurulmuştur.

Ramazan ayında oruç tutmanın, Allahü teâlânın emri olduğuna inanmalı ve sevabını da Ondan beklemelidir. Günlerin uzun olmasından ve oruç tutmanın güç olmasından şikâyet etmemelidir. Günlerin uzun olmasını, oruç tutmayanlar arasında güçlükle oruç tutmasını fırsat ve ganimet bilmelidir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Mübarek ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur, Cehennemden azad olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren amirler de affolur, Cehennemden azad olur. Ramazan ayında, Resulûllah efendimiz, esirleri azad eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasib olur.

Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer. Bu ayı fırsat bilmelidir. Elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir.

Bir kimse bu ayda kendini toparlarsa, bütün yılı iyi olarak geçer. Bu ayı kötülükle geçirirse, bütün senesi kötü geçer. Ramazan ayı bir kimseden razı olursa, o kimseye müjdeler olsun. Bir kimseye gücenirse, bereketlerinden ve hayırlarından pay almazsa, o kimseye yazıklar olsun! Ramazanda Kur’ân-ı kerimi hatmeden kimsenin, bereketlerine kavuşması, hayırlarından pay alması umulur.”

Ramazan ayında, hayırların ve bereketlerin hepsi toplanmıştır. Ramazanın günleri ve geceleri, ayrı ayrı fazilet ve kıymete haizdir. Bu sebeple ramazan ayını fırsat, ganimet bilmelidir.

İbadetler, âdet değil emirdir
Sual: Herkes yaptığı için, namaz kılmak, oruç tutmak gibi ibadetleri yapmak, insanı sorumluluktan kurtarır mı?
Cevap:
Âdet üzere namaz kılan ve oruç tutan çoktur. Fakat, dinin bildirdiği hududu gözeten ise, pek azdır. Doğru ibadet edenleri, âdet üzere ibadet edenlerden ayıran fark, Allahü teâlânın emirlerini gözetmektir. Çünkü, namaz ve orucun halisi de, bozuğu da görünüşte beraberdir. Sadece yeme, içmeyi terk ederek, yalandan, gıybetten uzaklaşılmayarak tutulan bir orucun, faydasız bir amel olduğunu, İslâm âlimleri bildirmişlerdir. Peygamber efendimiz;
(Bir kimse, ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir, vazife bilir ve orucun sevabını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günahları affolur) buyurmuştur.

İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Bu ayın günlerinin bereketi başka olduğu gibi, gecelerinin hayırları da başkadır. Kur’ân-ı kerim, ramazan ayında indi. Bakara sûresinin 185. âyetinde mealen;
(Kur’ân-ı kerim ramazan ayında indirildi) buyuruldu. Kadir gecesi de, bu aydadır.

Ramazan-ı şerifte, vakit girince, iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resûlullah efendimiz bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi. İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısı ile her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.

Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince;
“Zehebez-zamâ vebtellet-il urûk ve sebet-el-ecr inşâallahü teâlâ” duasını okumak, teravih namazı kılmak ve hatim okumak mühim sünnettir. Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır.

Hadis-i şerifte;
(Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır) buyuruldu.

Ramazan-ı şerif ayının Kur’ân-ı kerim ile bağlılığı olduğu için, bu ay da, bütün hayırları ve bereketleri kendinde toplamıştır. Bütün bir yıl içinde herhangi bir yoldan herhangi bir kimseye gelen bütün hayırlar ve bereketler, bu çok kıymetli ayın bereketleri denizinden bir damla gibidir.”

İbadetleri, âdet olarak, herkes yaptığı için değil, Allahü teâlânın emri olduğu için ve şartlarını gözeterek yapmalıdır.

Oruç ve aç durmak

Oruç ve aç durmak

Sual: Bazıları aç ve susuz durmanın ne faydası olur ki diyorlar. Oruç tutmaktan maksat nedir?

CEVAP
Oruç, yalnız aç ve susuz kalmak değildir. Bir hayvanı veya inanmayan bir kimseyi bir odaya hapsedip aç, susuz bırakmakla oruç tutturulmuş olmaz. Orucun, sabır, şükür, nefs terbiyesi gibi diğer ibadetlerle irtibatı vardır. Onun için hadis-i şerifte, (Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetlerin kapısıysa oruçtur) buyuruldu. (İbni Mübarek)

Sinir sistemimizin vücuttaki yeri çok mühimdir. Dil sinirleri felç olan konuşamaz. Bacaktaki sinirler felç olursa, insan yürüyemez. Sinirimizin bozulması nispetinde hayatımız, az veya çok tehlike içindedir. Siniri bozuk kimse, huzursuz olur, sabredemez. Cemiyetteki kavgaların, cinayetlerin çoğu sinirli olmaktan, sabredememekten ileri gelmektedir. (Oruç sabrın, sabır da imanın yarısıdır) hadis-i şerifi oruç tutanın sabırlı olduğunu bildirmektedir. (Ebu Nuaym)

Böylece, orucun imandan da olduğu görülmektedir. İmanlı olan da, imanının kuvvetine göre suç ve günah işlemez. Sinirine hakim olur. Her şeyin bir zekatı vardır. Vücudun zekatıysa açlıktır. Oruç tutarak aç kalanın arzuları kırıldığı için sabretmesi kolay olur. Oruç tutan aç durur. Aç durmak iyidir: Aç duranın basireti açılır. Anlayış kabiliyeti artar. Hadis-i şeriflerde, (Aç duranın idraki artar, zekası açılır) ve (Tefekkür, ibadetin yarısı, az yemekse tamamıdır) buyuruldu. (İ. Gazali)

Çok yiyen çok uyur, çok uyuyanın da ömrü boşa geçmiş olur. Çok yiyen sarhoş gibi olur, dimağı yorgunlaşır. Zekası, zihni dumura uğrar. Açlık, kalbde incelik doğurur. Hadis-i şerifte, (Az yiyenin içi nurla dolar ve Allahü teâlâ, az yiyip içen ve bedeni hafif olan mümini sever) buyuruldu. (Deylemi)

Açlıkta arzular kırılır, nefsimiz uysallaşır, serkeşliği kalkar. Çok yemek, gafleti doğurur. Azgın bir atı zaptetmek zor olduğu gibi, çok yedirmekle azan nefsi zaptetmek de zordur. Açlıkla terbiyesi kolaylaşır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsan kalbi tarladaki ekin, yemek ise yağmur gibidir. Fazla su ekini kuruttuğu gibi, fazla gıda da kalbi öldürür.) [İ.Gazali]

Her zaman tok olan şefkatsiz ve merhametsiz olur. Tok, açın hâlini bilmez. Çok yiyen sert ve katı kalbli olur. Hadis-i şerifte, (Çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyin!) buyuruldu. (İmam-ı Gazali)

Sinirlerine hakim olan kimse huzurlu olur. Açlık, günah işleme arzusunu kırar, kötülük etmeye mani olur. Hadis-i şerifte, (Açlık ve susuzluk yoluyla nefisle cihad etmek, Allah yolunda cihad gibidir) buyuruldu. (İmam-ı Gazali)

Çok yiyen çok su içer. Çok su içen çok uyur. Çok uyuyanın ömrü uyku ile geçtiği için dünya ve ahiret kazancına mani olur. Demek ki açlık, sinirleri uyanık, zinde tutar. Fazla tokluk ahmaklığa yol açar. Okuduğunu ezberlemesi ve hatırında tutması zor olur.

İki günde üç defa yemek yemenin normal olduğu bildirilmiştir. (Teshil-ül-menafi)

Az yiyenin vücudu sıhhatli olur. Hadis-i şerifte, (Oruç tutan sağlıklı olur) buyuruldu. (Taberani)

Çok yiyende acıma hissi azalır. Arzuları artar, harama dalar. Gayrimeşru arzuları harekete geçiren yolları tıkamak gerekir. Açlık şeytanın yolunu tıkar. Hadis-i şerifte, (Şeytan, damardaki kan gibi, vücutta dolaşır, açlıkla yolunu daraltın) buyuruldu. (İhya)

İmtihan günü oruç tutulur mu?
Sual:
(Aç olanın kafası çalışmaz. Oruç tutma!) diyorlar. İmtihana [sınava] girileceği gün oruç tutmamak günah olur mu?
CEVAP
Elbette günahtır. Oruç tutmamayı mubah kılan özürler kitaplarda bildirilmiştir. Zaruretsiz oruç tutmamak haramdır.

(Aç olanın kafası çalışmaz) sözü ilmî değildir. Ya cahillikten söylenmiştir veya oruca engel olmak için kasıtlı söylenmiştir. Ramazan haricinde de, imtihanlara fazla tok girmemeli. Mide çok doyarsa, insanın kafası pek çalışmaz. Aç olanın zekâsı keskin, anlayışı kuvvetli olur. Oruçluya Allahü teâlânın ihsanı boldur. Sehl bin Abdullah et-Tüsterî hazretleri, (Akıllı kimseler, gerek din ve gerekse de dünya için açlıktan daha faydalı bir şey görmemişlerdir. Hikmet ve ilim açlıktadır, günah ve cehalet ise, tokluktadır) buyurmuştur.

Şeyh Aliyyül-Havvâs hazretleri, (Gece ibadetine açlıkla hazırlanmalı. Midesi tok olanın manevî istifadesi az olur) buyurdu. (Uhûdül-Kübra)

Hadis-i şerifte, (İyiliklerin başı açlık, kötülüklerin başı tokluktur) buyuruldu. Tokluk, unutkanlık yapar, kalbi kör eder. (Seadet-i Ebediyye)

Tokluk, alkollü içkiler gibi, kanı bozar. Açlık, aklı temizler, kalbi parlatır. Yine hadis-i şerifte, (Açlık idraki, anlayışı artırır, zekâyı açar) buyuruldu. (İ. Gazalî)

Açlık, sinirleri uyanık, zinde tutar. Fazla tokluk ahmaklığa yol açar. Okuduğunu ezberlemesi ve hatırında tutması zor olur. İmtihan için, kafayı çalıştıran, zekâyı açan, anlayışı artıran orucu tutmamak ahmaklıktır.

Ebu Süleyman Dârânî hazretleri buyuruyor ki:
Aç durmaya çalışın, çünkü açlık, nefsi uysallaştırır ve kalbi inceltir. Nitekim Peygamber efendimiz, (Kalblerinizi az gülmek ve az yemekle diriltin, açlıkla temizleyin. Bu sayede kalbleriniz saflaşır ve incelir) buyurmuştur.

Hazret-i Lokman Hakîm oğluna, (Ey oğul! Mideyi tıka basa doldurduğun zaman düşünce uyur, hikmet dilsizleşir) diye nasihat etmiştir.

Bâyezid-i Bistâmî hazretleri de, (Açlık buluttur. Kul, ne zaman aç kalırsa kalb hikmet yağmuru yağdırır) buyurmuştur. İki hadis-i şerif:
(Açlık, hikmetin nuru, tokluk ise Allah'tan uzaklaşmadır. Sakın tıka basa yemeyin ki kalbinizdeki hikmetin nuru sönmesin!) [Deylemî]

(Allahü teâlânın halk arasında evliyası, açlık ve susuzluk ehlidir.) [İbni Neccar]

Ebu Süleyman Dârânî hazretleri, (İbadetin en tatlı olduğu zaman, karnımın belime yapıştığı zamandır) buyurmuştur. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri de, (Bir insan, kalbi ile göğsü arasına bir yemek torbası asarsa, münacatın tadını alamaz. Kişi aç ve susuzken kalbi saflaşır ve incelir. Doyunca körleşir ve katılaşır) buyurmuştur. Bunun içindir ki kendisine dünya ve hazineleri sunulduğunda Peygamber efendimiz, (Hayır, istemem. Bir gün aç, bir gün tok olmak isterim) buyurmuştur. (Tirmizî)

Mide ve şehvet yerinde kullanılmazsa, Cehennem kapısı olur. Bunun esası da tokluktur. Nefsi zelilleştirip şehveti kırmaksa Cennet kapısıdır. Bunun esası da açlıktır. Cehennem kapısını kapatan kimse, Cennet kapısını açmış demektir, çünkü bu ikisi, tıpkı batı ile doğu gibi zıttır. Birine yaklaşan diğerinden uzaklaşmış olur.

Hazineler elinde iken, niçin aç durduğu Yusuf aleyhisselama sorulunca, (Tok olunca açları unutmaktan korkuyorum) buyurmuştur. Atalarımız da, (Tok, açın hâlinden bilmez) demişlerdir.

Açlığın bir faydası da, insanın şehvetini kırması, kötülüğü emreden nefse hâkim olmasıdır, çünkü bütün günahların kaynağı şehvet ve kuvvettir. Bu da çok yemekle meydana gelir.

Zünnûn-i Mısrî hazretleri, (Ne zaman doysam, ya isyanda bulundum veya isyana teşebbüs ettim) buyurmuştur.

Âişe validemiz de, (İlk bid'at, doyasıya yemektir) buyurmuştur.

(Açlık Allah'ın bir hazinesidir) buyuruluyor. Açlık sayesinde en azından konuşma ve şehvetler bertaraf edilir, çünkü aç olan bir kimsenin fuzulî konuşma şehveti harekete geçmez. Böylece dil, gıybet, kötü ve çirkin konuşmak, yalan söylemek, dedikodu gibi âfetlerden kurtulur. Yedi azanın bütün günahlarının sebebi, tokluktan hâsıl olan kuvvettir. Açlık onu bütün bu âfetlerden korur.

Tok olan, çok su içer. Çok su içen ise çok uyur. Çok uyuyanın ömrü zayi olur, teheccüd namazını kaçırır, ahmaklaşır ve kalbi katılaşır.

Harun Reşit dört doktora (Sağlımızı koruyan ve yan etkisi olmayan bir ilaç söyleyin) der. Hintli doktor, (Siyah ihleç) der. Iraklı doktor (Beyaz Reşşad tanesidir) der. Romalı doktor (Sıcak sudur) der. Köylü doktor, (İhleç mideyi buruşturur, beyaz Reşşad tanesi mideyi kaydırır, sıcak su da mideyi gevşetir. Acıkmadan sofraya oturmamak, doymadan kalkmak en uygunudur) der. Diğer doktorlar da bunu tasdik eder.

(Çok yemek, hastalıkların başı, az yemek [perhiz etmek] ilaçların başıdır. Midenin üçte biri yemeklere, üçte biri içeceklere ayrılmalıdır. Üçte birinin hava payı, yani boş olması en aşağı derecedir) hadis-i şerifini işiten gayrimüslim bir doktor, (Yemek hakkında bundan daha iyi bir söz işitmedim. Bu sözü ancak hikmet ehli bir zat söyleyebilir) der.

(Oruç tutun ki sağlığa kavuşun) hadis-i şerifi gösteriyor ki, vücut oruç, açlık ve az yemekle hastalıklardan kurtulup sağlığa kavuşur. Çok yiyen çok uyur, çok uyuyanın da ömrü boşa geçmiş olur. Çok yiyen sarhoş gibi olur, dimağı yorgunlaşır. Açlık, kalbde incelik doğurur. Hadis-i şerifte, (Az yiyenin içi nurla dolar ve Allahü teâlâ, az yiyip içen ve bedeni hafif olan mümini sever) buyuruldu. (Deylemî)

Açlıkta arzular kırılır, nefsimiz uysallaşır, serkeşliği kalkar. Çok yemek, gafleti doğurur. Azgın bir atı zapt etmek zor olduğu gibi, çok yedirmekle azan nefsi zapt etmek de zordur. Hadis-i şerifte, (Her gün bir defa yemek yenmesi itidaldir) buyuruldu. (Beyhekî)

(Çok yiyip içmek hastalıkların başıdır) Hadis-i şerifi, hastalıkların çoğunun çok yemekten ileri geldiğini göstermektedir. (Dâre Kutnî)

Bütün bu bilgiler, imtihana girerken oruç tutmamanın dînî yönden de, zekâ yönünden de yanlış olduğunu göstermektedir.

Oruç tutmak faydalıdır

Oruç tutmak faydalıdır

Sual: Oruç tutmak vücuda zarar verir mi?

CEVAP
Hayır, çünkü Allahü teâlâ zararlı olan bir şeyi emretmez. Tıp uzmanları diyor ki:
Oruçlu kimselerde adrenalin ve kortizon hormonları kana daha kolaylıkla karışmaktadır. Bu hormonlar, tesirlerini kanserli hücreler üzerinde de göstermektedir. Böylece bu hormonlar kansere karşı bir çeşit kalkan rolünü oynamakta, yani kanser hücrelerinin çoğalmasını önlemektedir. Oruç tutan bünye, adeta bakıma girer, iç organları saran yağlar erir, vücudun zindeliği artar, direnme gücü kazanır, mide, böbrek, şeker, kalb ve karaciğer hastalıklarına karşı mukavemeti artar.

Karaciğer, oruçlu iken, 3-5 saat istirahat eder, gıda depolama işine bir müddet ara vermiş olur. Bu arada, korunma sistemini güçlendirici globülinleri hazırlar. Midedeki kaslar ve salgı ifraz eden hücreler, oruç müddetince birkaç saat dinlenir. Kan hacmi de azaldığı için tansiyon düşerek kalb rahatlar.

Gıda artıkları iyi yakılmayınca, damarları yıpratır. Yakılmayan yağlar, damarları daraltır, damar sertliği denilen rahatsızlığa sebep olur. Akşama doğru vücutta gıda hemen hiç kalmaz. Yani bütün gıdalar yakılmış olur. Bu bakımdan bazı hastalıklara, bilhassa damar sertliği olanlara oruç tutmak iyi gelmektedir. Oruç iken vücudun diğer organlarında da dinlenme olur. Az yemek ve oruç tutmak vücudun sıhhati için önemlidir. Zekât, malın kiridir. Zekât veren, malını kirden koruduğu gibi, oruç tutan, vücudunun zekâtını ödemiş, onu hastalıklardan korumuş olur. Peygamber efendimiz, (Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücudun zekâtıysa oruçtur. Oruç tutun, sıhhat bulun!) buyurmuştur. (İbni Mace, Taberanî)

Orucun faydaları çoktur. İki hadis-i şerif:
(Oruç, eti eritir ve Cehennem ateşinden uzaklaştırır. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen nimetler, ancak oruç tutana nasip olur.) [Taberanî]

(Allah rızası için bir gün oruç tutan kimseyi Allahü teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle Cehennem ateşinden 70 yıl uzak tutar.) [Buhârî]

Orucun sevabı diğer ibadetlere göre daha fazladır. Hadis-i kudside, (Her iyiliğe, 10 mislinden 700 misline kadar sevab verilir, fakat oruç bana mahsustur, onun mükâfatını ben veririm, çünkü kulum, benim için şehvetini ve yeme içmesini bırakmıştır) buyuruldu. (Buhârî)

Her iyiliğin sevabını Allahü teâlâ verdiği hâlde, orucun sevabı için, (Ben veririm) buyurmasının hikmeti vardır. Yeryüzünün tamamı Allahü teâlânın mülkü olduğu hâlde, Kâbe’ye (Beytullah) yani (Allah’ın evi) denmesi, ona şeref vermek içindir. (Oruç bana mahsustur) demekle de ona özel bir şeref vermiştir. Oruç tutana verilecek sevabın muayyen bir ölçüsü yoktur. Oruçlunun durumuna göre, çok sevab verilecektir. Başkaları oruç yerken oruç tutmak daha sevabdır. Hadis-i şerifte, (Oruçlunun yanında oruçsuzlar yiyince, melekler oruçluya dua eder) buyuruldu. (Tirmizî)

Herhangi bir sebeple nafile oruç tutamayan, şükretmeli; misafirlere, fakirlere yemek yedirmelidir. Hadis-i şerifte, (Şükredip yemek yediren, sabredip oruç tutan gibidir) buyuruldu. (Tirmizi)

Şükredenlere çok mükafat verilecektir. Şükür, İslamiyet’e uymak demektir.

İmam-ı Rabbani hazretleri, (Ramazanda nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu aya saygısızlık edenin, bu ayda günah işleyenin bütün senesi günah işlemekle geçer) buyurmaktadır.

O halde bilhassa Ramazan ayında günah işlemekten daha çok sakınmak gerekir. Mübarek yerlerde yapılan ibadetlere de daha çok sevap verilir. Hadis-i şerifte, (Mekke’de bir Ramazan orucu tutmak, başka yerde tutulan bin Ramazan orucundan efdaldir) buyuruldu. (Bezzar)

Cuma günü yapılan ibadetlere de kat kat sevap verilir. Cuma günü işlenen günahlar da iki kat yazılır. Kıymetli günlerin değerini bilmek ve gereğini yapmak gerekir.

Yazın oruç tutmak zararlı mıdır?
Sual: Bazı kimseler, yazın oruç tutma konusunda; “bilhassa yaz günlerinde gündüzleri yemeyip içmeyerek, geceleri yiyip içmek, sıhhate zararlı olup, çeşitli hastalıklara sebep olmaktadır” diyorlar. Bu sözlerin aslı var mıdır?
Cevap:
Bu ve benzeri sözlerin hiçbiri doğru değildir, asılsızdır. Çünkü orucun edeplerinden birisi de, iftar zamanında mideyi tıka basa doldurmayıp, henüz iştah varken yemekten el çekmektir. Bu edebe riayet edenlerin, hasta olmak değil, bilakis sıhhat bulacakları bütün tabipler, doktorlar tarafından ittifak ile bildirilmiştir. Böyle oruç tutmanın sıhhat için faydalı olduğu muhakkaktır. Eğer böyle söyleyenlerin yalan olan bu sözleri doğru olsa idi, İslâm memleketlerinde Ramazan ayında her Müslümanın hasta olması ve çok kimsenin de vefat etmesi icab ederdi. Halbuki yapılan sağlık istatistiklerinde, Ramazan ayında diğer aylara göre hiçbir zıtlık görülmez. Aklen de düşünülse, birçok insan sabah ve akşam olmak üzere günde iki kere yemek yer. Alışılmış olan iki yemek vaktinin birinde, birkaç saat değişiklik yapmakla, vücutta ne gibi bir değişiklik meydana gelebilir ki? Belki oruç ayının yani Ramazanın başında bir iki gün, insan biraz değişiklik hissedebilir. Bu cihetle oruçtan dolayı sıhhatte bir değişiklik olmaz.

Sual: Bazı kimseler, midem rahatsız oluyor diyerek, oruç tutmak istemiyorlar. Oruç tutunca mide rahatsız olur mu, mide hastalanır mı?
Cevap:
Oruç, mide rahatsızlığına sebep olmaz. Bilakis midenin sıhhatine faydalı olur. Bu husus, bugünkü modern tıp mütehassısları, uzmanları tarafından, açık ve kesin bir şekilde ispat edilmiştir. Çeşitli yabancı dillerde, mütehassıs tabipler, doktorlar tarafından yazılmış tıp kitaplarında, birçok hastalıkların, yeme ve içme konusunda perhiz yapmakla tedavi edilecekleri, yahut perhiz yaparak tedavinin kolaylaşacağı açıkça bildirilmektedir.

Sual: Oruç tutmak, insanın iradesini zayıflatır diyenler oluyor. Gerçekten oruç tutunca böyle bir şey olur mu?
Cevap:
Söylenenlerin tam tersine, oruç tutmakla, insanın güçlü bir irade kuvveti kazanacağı kesindir, bunda şüphe yoktur. Çünkü oruç tutmak sebebi ile alkol, uyuşturucu gibi, kötü alışkanlıklardan oruç vesilesi ile kurtulanlar çok görülmektedir.

“Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz”
Sual: Oruç tutmanın, insan sağlığı için zararlı olduğunu söyleyenlere karşı ne demelidir?
Cevap:
Peygamber efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde; (Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz) buyurmuştur. Orucun, sıhhate zararlı değil, bilakis çok faydaları vardır. Orucun, vücut için faydalarından bazıları şöyle bildirilmektedir:
Oruç, bir sene boyunca durmadan çalışan mide ile beraber bütün sindirim sisteminin istirahate sevk edilmesi ve insan vücudunun bir tasfiyeye tabi tutulmasıdır. Böylece, sindirim sistemi dinlendirilmiş olur. İnsanlarda en çok görülen rahatsızlık, hazım, sindirim bozukluğudur. Şişmanlık, kalp ve damar hastalıklarına, şeker hastalığına ve tansiyon yüksekliğine sebep olmaktadır. Oruç, bütün bu hastalıklara karşı koruyuculuk vazifesi yaptığı gibi, bir de tedavi vasıtasıdır. Bugün birçok hastalıktan kurtulmak için, perhiz lazım olduğunu doktorlar bildirmektedir.

Oruç, vücuttaki karbonhidrat, protein ve bilhassa yağ depolarının harekete geçirilmesini sağlar. Oruç sayesinde madde süzmekten kurtulan böbrekler, bir revizyona, tamire girerek, dinlenme ve yenilenme imkânı bulurlar.

Bütün bu bildirilenler, orucun insan sağlığına zararlı olduğunu söyleyenlerin, yalan ve iftiralarını yüzlerine çarpmaktadır. Keşke orucun zararlı olduğunu söyleyenler, yalan söylerken ilmi de, kendilerine yalancı şahit olarak getirmeselerdi.

Oruç; zararlı değil, faydalıdır
Sual: Oruç tutmanın, insan sağlığına zararlı olduğunu söyleyenlerin sözlerinde bir gerçeklik payı var mıdır?
Cevap:
Oruç tutmak, insan sağlığı için zararlı değil, aksine çok faydalıdır. Çünkü Allahü teâlâ, kullarına, zararlı bir şey emretmez. Zira Peygamber efendimiz de;
(Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz) buyurmuştur.

Oruç tutmak, mide rahatsızlığına sebep olmadığı gibi, aksine midenin sıhhati için çok faydalıdır. Bu husus, doktorlar tarafından, kesin bir şekilde ispat edilmiştir. Yabancı dillerde, mütehassıs doktorlar tarafından yazılmış tıp kitaplarında, birçok hastalıkların perhiz yapmakla tedavi edilecekleri, yahut perhiz yaparak tedavinin kolaylaşacağı bildirilmektedir.

Oruç, durmadan çalışan mide ile beraber bütün sindirim sisteminin istirahate sevk edilmesi ve insan vücudunun bir tasfiyeye tabi tutulmasıdır. Böylece, sindirim sistemi dinlendirilmiş olur.

İnsanlarda en çok görülen rahatsızlık, sindirim bozukluğudur. Bu hâl, şişmanlık, kalp, damar, şeker hastalıklarına ve tansiyon yüksekliğine sebep olmaktadır. Oruç, bütün bu hastalıklara karşı, koruyuculuk vazifesi yaptığı gibi, bir de tedavi vasıtası olmaktadır.

Oruç tutan, güçlü bir irade kuvveti kazanır. Bu sebeple alkol, uyuşturucu gibi, kötü alışkanlıklardan oruç vesilesi ile kurtulanlar çok görülmektedir.

Oruç, vücuttaki karbonhidrat, protein ve bilhassa yağ depolarının harekete geçirilmesini sağlar. Oruç sayesinde madde süzmekten kurtulan böbrekler, dinlenme ve tamir, yenilenme imkânı bulurlar.

Oruç tutma zamanı, Kamerî aylara göre tayin edildiğinden, her sene, şemsî sene hesabıyla önceki seneye göre 10-11 gün evvel gelir. Bu sebepten, yaklaşık otuz üç sene içinde her mevsimde oruç tutmak mümkün olmaktadır.

Oruç tutmanın güç olduğu yerlerde, oruçlarını bozmayanlara, daha çok sevap verilir. Mazeretsiz açıkça oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur.

Oruç, insan sağlığı için her bakımdan faydalıdır. Zira oruç tutanlarda, gündüz kan hacminin, doku suyunun azaldığı ve sonuçta minima, küçük tansiyonun düştüğü, kalbin rahatladığı tetkikler sonucu anlaşılmıştır. Oruç tutan kişinin sinir sistemi de, bir rahatlama içindedir. Bir ibadeti yerine getirme mutluluğu, gerginlikleri, sıkıntıları azaltır hatta yok eder.

Orucun manevi faydası da vardır
Sual: Oruç tutmanın faydası sadece bedene midir, manevi faydası da yok mudur?

Cevap:
Oruç, insanlara hem maddi, hem de manevi faydalar sağlamaktadır. Bütün bir sene, çeşitli yemekleri eritmek için yorulan insan midesi ve bağırsakları, senede bir ay dinlenerek sağlığını korumuş olmaktadır. Bunlar maddi faydalarındandır.

Manevi faydası ise, oruç tutan bir insan, aç kalmış bir insanın çektiği ızdırabı hissederek, muhtaçlara yardım etmek ihtiyacını duyar. Bu da, insanların birbirlerine yardım etmelerine sebep olur. Birbirlerine yardım eden insan topluluğu arasında ise, çekişmeler olmaz.

Ayrıca Allahü teâlânın emrini yerine getirmek için gündüzleri bir ay oruç tutan bir Müslüman, Cenab-ı Hakkın diğer emirlerini yerine getirme alışkanlığını da kazanır ve başka emirleri yapmaya istidat yani kabiliyet elde eder.

Oruç tutanın, yalnız mideyi dinlendirmeyi, perhiz yapmayı düşünmesi, orucun sahih ve makbul olmamasına sebep olur. Zira oruç, yalnız aç ve susuz durmaktan, zahiri ve lüzumsuz amellerden ibaret değildir. Orucun, batıni birçok faydaları da vardır. İlmi ve anlayışı yüksek olanlar, bedenin ruhun mekânı ve nefsin arzularının dönüp durduğu yer olduğunu biliriler.

Nefsin, bedeni arzuları ne kadar çok olur ve bedene ne kadar galip gelirse, ruhun gelişmesi de, o kadar az ve hatta hiç olmaz. Bütün dinlerde, nefsin arzularını yapmamak yani riyazet çekmek, Allahü teâlâya yaklaşmaya vesile olur diye bildirilmiştir. Sadece yeme, içmeyi terk ederek, yalandan, gıybetten uzaklaşılmayarak tutulan bir orucun, faydasız bir amel olduğunu, İslâm âlimleri bildirmişlerdir.

Oruç, senede bir ay yani Ramazan ayında, yalnız gündüzleri orucu bozan şeylerden uzaklaşmak demektir. Aç ve susuz kalmanın ne demek olduğu, oruç tutarak daha iyi anlaşılmakta, fakirlere, muhtaçlara yardım etme ihtiyacı duyulmakta ve insanların birbirlerine yardım etmelerine sebep olmaktadır. Böylece insanlar arasında çekişme, kavga değil, sevgi, muhabbet ve huzur oluşmaktadır.

Orucun Allahü teâlânın emri olduğuna inanmak ve sevap beklemek lazımdır. Günlerin uzun, oruç tutmanın güç olmasından şikâyet etmemelidir. Günün uzun olmasını, oruç tutmayanlar arasında güçlükle oruç tutmasını fırsat hatta ganimet bilmelidir.

Orucun farzları

Orucun farzları

Sual: Namazın farzları olduğu gibi, orucun da farzları var mıdır?

Cevap:
Orucun farzı üçtür. Bunlar:
1- Niyet etmek.
2- Niyeti, ilk ve son vakitleri arasında yapmak.
3- Fecr-i sâdık, yani tan yeri ağarmasından, güneşin batmasına kadar olan zaman içinde, orucu bozan şeylerden sakınmaktır.

Sual: Oruca niyetin vakti ne zaman başlar?
CEVAP
Ramazanda ve nafile oruçlarda niyetin vakti, Güneş battıktan sonra başlar. Son vakti ise, ertesi günü dahve-i kübra vaktine kadardır. Dahve-i kübra vakti, şer’î gündüzün yani imsak vaktiyle akşam vakti arasındaki zamanın yarısıdır. Bu vakit, Türkiye’de öğleye 60-70 dakika kadar kalan zamandır. Bu vakit, her şehir için www.turktakvim.com sitesinde vardır.

Kaza ve kefaret oruçlarında ise, akşamdan imsak vaktine kadar niyet edilebilir. Ramazanda oruca niyet ederken, akşamdan imsak vaktine kadar (Yarın oruç tutmaya), imsak vaktinden sonraysa (Bugün oruç tutmaya) denir. Yanılıp yanlış söylense de, oruç tutulacak gün bilindiği için mahzuru olmaz. Ramazanda bir aylık oruca toptan niyet edilmez, her gün ayrı ayrı niyet etmek farzdır.

Gece yatarken yemeği yiyip veya yemek yemeden niyet edilse, sonra sahura kalkınca yemek yemekte mahzur yoktur. Akşam yemeği yerken niyet etmek iyi olur. Niyetten sonra da, imsak vaktine kadar yiyip içmekte mahzur yoktur. Sahura kalkınca da, daha önce niyet edilmiş olsa da, imsak vaktine kadar yiyip içilebilir.

Ramazanda, (Yarın dişim ağrımazsa oruç tutarım, ağrırsa tutmam) diye akşamdan niyet edilse, böyle şüpheli niyetle oruç tutmak sahih olmaz. Niyetin son vaktinden önce, kesin karar vermek gerekir.

Oruç tutmak niyetiyle yatmak da niyettir, sahura kalkılmasa da oruca niyet edilmiş olur.

İmsak, gecenin bitimi, yiyip içmenin yasak olduğu vaktin başlamasıdır. www.turktakvim.com sitesinde yazılı olan imsak vaktinden önce, yiyip içmeyi kesmeli! Yiyip içmeye ezan okununcaya kadar devam etmemeli. Ezan geç okunursa, suçu müezzine bulmak insanı sorumluluktan kurtarmaz.

Türkiye Takvimi'ne göre hareket etmeli. Farklı takvim ve imsakiyeler hakkında, www.turktakvim.com sitesinde, Bilgiler kısmında geniş açıklama vardır.

Sual: Bozulursa kefaret olmasın diye, Ramazan orucuna imsak vaktinden sonra niyet etmek caiz mi?
CEVAP
Caizdir, fakat böyle bir şeye lüzum yoktur.

Sual: Ramazanda gece niyet etmeyi unutan ne yapmalı?
CEVAP
Öğleye bir saat kalıncaya kadar niyet edilir. Sahura kalkmak niyettir, oruç tutmak niyetiyle yatmak da niyettir, sahura kalkılmasa da oruca niyet edilmiş olur.

Beyaz iplik, siyah iplik
Sual:
Babam oruç tutarken, takvime göre değil, Kur’ana göre hareket ediyor. Siyah iplikle beyaz iplik birbirinden ayrılıncaya kadar yiyip içiyor. Ortalık ağardığı için şüpheleniyorum. Doğru mu?
CEVAP
Bekara suresindeki, (Beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyip için) mealindeki 187. âyetindeki iplikler, gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığıdır. Âyet-i kerimenin anlamı, (Gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığı, iplik gibi birbirinden ayrılıncaya kadar yiyip için) demektir. Bu âyet-i kerimeyi duyan bir zat, (Ya Resulallah, ben gündüzün geceden ayrıldığını öğrenmek için yastığımın altına bir beyaz iplik ile bir siyah iplik koydum. Fakat gecenin bitişini yine de tespit edemedim) dedi. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz, (O iplikler, gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığıdır) buyurdu. Eğer Peygamber efendimiz açıklamasa idi, beyaz ipliğin aydınlık, siyah ipliğin karanlık olduğunu nereden bilecektik? Kur’an-ı kerimden anladığımıza uyarak, gencin babası gibi, bilhassa bulutlu havalarda, daha ortalık karanlık diye, güneş doğana kadar yiyip içerdik.

Kaza orucuna niyet
Sual:
Kaza orucuna nasıl niyet edilir?
CEVAP
(Niyet ettim ilk kazaya kalan Ramazan orucumu tutmaya) diye niyet edilir. (Son kazaya kalan) da denebilir. Kaza orucunda, akşam namazından imsak vaktine kadar niyet etmek şarttır. İmsak vaktinden önce niyet etmeyi unutan, kaza orucu tutamam diye oruçtan vazgeçmemeli, nâfile oruç tutunca, boşa gidecek diye düşünmemeli. Yani nâfile de olsa oruç tutmalıdır.

Bir de, niyetten sonra yemek yenilmez sanılıyor. Bu da yanlıştır. Akşam, oruca niyet edip, Türkiye Takvimi'ndeki imsak vaktine kadar yiyip içilebilir.

Oruca gündüz niyet ederken
Sual:
Ramazan ayında ve nafile oruçlarda, dahve vaktinden önce niyet edilebiliyor. Bu vakitten önce niyet ederken, imsak vaktinden itibaren mi oruçlu olmaya niyet etmek gerekiyor?
CEVAP
Evet, öyle niyet etmek gerekiyor. Tabii o vakte kadar orucu bozacak şeylerden kaçınmış olması da şarttır. İmsak vaktinden itibaren değil de, niyet ettiği andan itibaren oruç tutmaya niyet edilirse oruç sahih olmaz. (Redd-ül-muhtar)

Dahve-i kübra vakti:
Buna kaba kuşluk da denir. Oruç müddetinin yarısıdır, bu da öğleden bir saat kadar önceki vakittir. Mesela bir şehirde, imsak 05.00’de, akşam vakti de 17.00’de oluyorsa, oruç müddeti 12 saat eder. Bunun yarısı 6 saattir. İmsak vaktinden 6 saat sonraya kadar, yani saat 11.00’e kadar niyet edilebilir. İmsak 04.00’de, akşam vakti de 19.00’da olursa, 15 saat eder yarısı 7,5 saat eder. İmsak vaktine eklenince, dahve vakti saat 11.30 olur. Yani mevsimlere ve şehirlere göre değişir.

Oruçta niyet
Sual:
Dört mezhebe göre Ramazan orucunda niyetin son vakti nedir?

CEVAP
Ramazan orucunda niyetin son vakti, Hanefî’de dahve-i kübra denilen, şer’i gündüzün yarısı, yani Türkiye için, öğle vaktinden, yaklaşık 70 dakika kadar önceki zamandır. Mesela, İstanbul’da 5 Ramazan 1431 Pazar günü, şer’i gün, 20:13 – 4:11 = 16 saat 2 dakikadır. Bunun yarısı 8 saat 1 dakika eder. 4:11 + 8:01 = 12:13’e kadar niyet edilebilir. Öğle ise 13:20'de oluyor. Yani 5 Ramazan tarihinde, öğleye 67 dakika kala niyet edilebiliyor.

Diğer üç mezhepte ise, imsak vaktinden önce niyet etmek şarttır. Bu bakımdan, bu üç mezhepte olanın imsak vaktinden önce niyet etmesi şarttır.

Oruçta niyeti unutmak
Sual:
Ramazanda, sahura kalkılıp yemek yendiği hâlde, oruca niyeti unutan ne yapar?

CEVAP
Niyet, yarın veya o gün oruç tutacağına karar vermek demektir. Sahura kalkan kimse, ne için kalkmıştır? Oruç tutabilmek için yemek yemeye kalkmıştır. (İmsak vaktine ne kadar var?) demek, (Vakit çıkmadan bir bardak su içeyim) demek gibi şeyler, oruç için niyet sayılır. Yahut akşamleyin veya yatarken yarın oruç tutacağına karar veren de niyet etmiş olur.

Bunların hiçbiri olmasa da, sabaha kadar uyuyakalsa da, sabahleyin de niyet edebilir. Güneş doğduktan sonra da niyet edebilir. Hattâ Dahve vaktine kadar da niyet edebilir. [Dahve vakti, her şehir için internet sitemizde vardır.] Öğleye kadar uyuyakalsa veya unutarak niyet etmese, Hanefî’de orucu sahih olmaz, ama böyle istisnai durumda İmam-ı Züfer’in kavline uyarak öğleden sonra niyet etse, tuttuğu oruç sahih olur.

Sual: Ramazan orucuna niyet, ne zaman başlar ve ne zaman son bulur?

Cevap:
Niyetin zamanı, bir gün önce güneş batmasından başlayıp, ertesi günü Dahve-i kübraya kadardır. Ramazan orucuna kalp ile niyet etmek farzdır.

Sual: İmsak vaktinden önce ve imsaktan sonra oruca nasıl ve ne şekilde niyet edilir?

Cevap:
İmsak vaktinden önce oruca niyet ederken; “Niyet ettim, yarın oruç tutmaya” denir. İmsak vaktinden sonra niyet ederken; “Niyet ettim bugün oruç tutmaya” diye niyet edilir.

Sual: Ramazanda bir özür sebebiyle tutulamayan oruçları kaza etmek de farz mıdır ve bunların niyet zamanı da, Ramazan orucundaki gibi midir?

Cevap:
Ramazan-ı şerif orucu, her Müslümana farz olduğu gibi, bir özür sebebiyle tutamayanların kaza etmeleri de farzdır. Kaza ve kefaret orucuna, muayyen olmayan adak oruçlarına fecirden yani imsaktan sonra niyet edilemez.

Günah işleyenin orucu

Günah işleyenin orucu

Sual: Bazıları, (Namaz kılmayan, içki içen, açık gezen veya başka günah işleyen, boşuna oruç tutmamalı) diyor. Bu söz doğru mudur?

CEVAP
Hayır, dine aykırıdır. Birkaç günah işleyenin, diğer günahları da yapması gerekmez. Hem oruç tutup hem de günah işleyen kimse, oruç tutmakla hâsıl olan büyük sevaba kavuşamaz, fakat âhirette, niçin oruç tutmadın diye hesaba çekilmez. Oruç borcunu ödemiş olur, hatta orucun bereketiyle diğer günahlardan da kaçma imkânı olur. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
(Bütün günahlara tevbe edip hepsinden kaçmak büyük nimettir. Bu yapılamazsa, bazı günahlara tevbe etmek de nimettir. Bunların bereketiyle belki bütün günahlara tevbe etmek nasip olur. Bir şeyin bütünü ele geçmezse, hepsini de kaçırmamalı.)

Namazın dinimizdeki yeri, oruca göre daha önemliyse de, bir kimseye namaz kılmadığı için, (oruç da tutma) denmez. Aksine, (Namaz kılamıyorsan, orucu bari terk etme) denir. Namaz kılmamakla büyük bir günaha giren kimse, oruç tutmazsa günah miktarı daha da çok artar.

Birkaç günaha müptela olan kimse, birinden vazgeçmek isterse ona, (Diğerlerini bırakmadığına göre, bu günaha da devam et) denmez. Günah miktarı ne kadar azaltılırsa, o kadar iyi olur. Allah’tan korkup bir günahtan vazgeçmek iman alametidir. Hadis-i şerifte, (Ömründe bir defa Allah’ı anan veya Ondan korkan Müslüman, Cehennemden çıkar) buyuruldu. (Tirmizi)

Günah işleyen, oruç tutuyor veya zekât veriyorsa, (Aman bunları bari bırakma) demelidir! Bu ibadetleri de yapmazsa, dinden tamamen uzaklaşabilir. Korkutmaktan çok, müjdeleyici olmak gerekir. Peygamber efendimiz, (Allah’ın rahmetinden ümit kestirip, dinden nefret ettirenlere lanet olsun! Kolaylaştırın, güçleştirmeyin) buyurdu. (Buhari)

Bir genç, Peygamber efendimize, (Şu üç günahı bırakamıyorum) dedi. O üç günah, yalan, zina ve içkidir. Resulullah efendimiz, (Bu üç günahtan yalanı benim için bırak) buyurdu. O genç, kabul edip gitti. Daha sonra, diğer iki günahı işlemek isteyince, (Bu günahları işleyip Resulullahın karşısına çıkınca, “Ben işlemedim” desem yalan söylemiş olurum. Eğer işlediğimi söylersem, beni cezalandırır) diye düşündü. Diğer iki günahtan da vazgeçti. (Şir’a)

Kelime-i şehadeti dil ile söyleyip kalb ile de tasdik eden Müslümandır. Günah işleyen, Müslümanlıktan çıkmaz.

Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cebrail aleyhisselam, “Ümmetine müjde ver ki, müşrik olarak ölmeyen Cennete girer” dedi. Ben, “Zina ve hırsızlık eden de mi Cennete girer” diye üç defa sordum. “Evet, zina ve hırsızlık eden de Cennete girer” dedi. Daha sonra, “İçki içse de, yine sonunda Cennete girer” dedi.) [Buhari]

Bu, Ehl-i sünnet itikadıdır. Günahları hafif görmek değildir. Bu inanış, insanı günaha sevk etmemeli! Her günah, kalbi karartır, insanı küfre sürükleyip Cehennemde ebedi kalmaya sebep olabilir. Her günahtan kaçınmalı, çünkü Allah’ın gazabı günahlar içinde saklıdır. Belam-ı Baura, çok ibadet eden büyük bir âlimken, bir günah yüzünden imansız öldü. Günah işleyen hemen tevbe etmelidir!
(K.Saadet)

Oruç tutmamayı mubah kılan özürler

Oruç tutmamayı mubah kılan özürler

Sual: Oruç tutmamayı mubah kılan özürler nelerdir?

CEVAP
Orucu tutmayıp kazaya bırakmayı mubah kılan özürler şunlardır:
1- Hastalık: Hasta olan veya oruç tutunca hastalığı artan kimse, oruç tutmaz veya tutuyorsa bozabilir. Hastaya bakan da, oruç tutunca hastaya bakmakta zorlanırsa, o da oruç tutmayabilir. Orucu kazaya bırakabilmek için, orucun kendisine zarar verdiğini, kendi tecrübesi veya salih doktorun sözüyle anlaması gerekir. Her hastayım diyenin kazaya bırakması caiz olmaz.

2- Sefer: 104 km uzağa giden kimse, 15 günden az kaldığı yerde seferi olur. Yolculukta sıkıntı olur, iş aksar veya kazaya sebep olacak bir durum olursa, orucu kazaya bırakmak caiz olur. Hadis-i şerifte, (Seferde sıkıntı içinde oruç tutmak, takva sayılmaz) buyuruldu. (Buhârî)

3- Gebe ve emzikli olmak:
Kendine veya çocuğuna bir zarar gelecekse, gebe ve emzikli kadın oruç tutmaz. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, gebeyle emzikli kadına, oruç tutmaması için ruhsat verdi, orucunu tehir etti) buyuruluyor. (Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî î)

Emzikli kadın, kendi çocuğunu veya başkasının çocuğunu emzirse de hüküm aynıdır.

4- Açlık ve susuzluk: Kendisinde şiddetli açlık ve susuzluk meydana gelen kimse, ölüm tehlikesi varsa veya aklı gidecekse yahut hastalanacaksa orucunu bozabilir. Hastalığın artıp artmayacağı kesin değilse, kefaret gerekmemesi için, küçük bir kâğıt parçasını veya çiğ pirinç tanesini susuz yutarak orucunu bozmalı. Sonra yiyip içebilir.

5- İhtiyarlık: Oruç tutamayan ve iyileşme ihtimali de olmayan yaşlı hasta, tutamadığı günler için fidye verir. 30 günün fidyesi 53 kg undur. 53 kg un alacak kadar altın da verilebilir.

6- İkrah: Oruçlu, (Orucunu bozmazsan seni öldürür veya bir uzvunu keseriz) diye tehdit edilmişse, dediklerini yapmaya güçleri yetiyor ve blöf yapmıyorlarsa, orucu bozmak mubah olur.

Ramazan-ı şerifte, özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz olarak Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. (Tirmizî)

İş sebebiyle oruç tutmamak caiz mi?
Sual:
Çalıştığımız yer çok sıcak. Oruçlu olunca çalışmam imkânsız. İzin de vermiyorlar. Çalışmasam çoluk çocuk nafakasız kalacak. Oruç tutmayıp kışın kaza etmem caiz olur mu?

CEVAP
Çalışırken çok yoruluyorum diyerek, orucu kazaya bırakmamalı. Ama gerçekten zaruri bir durum varsa o zaman caiz olur.

Nafakaya muhtaç kimse, çalışınca hasta olacağını anlarsa, orucu bozar. Ücretle çalışmayı sözleşmişse ve iş sahibi, Ramazanda izin vermiyorsa, kendinin ve ailesinin nafakası mevcut olan, orucu bozmaz, çünkü böyle kimsenin dilenmesi haramdır. Kendinin ve ailesinin nafakasına malik değilse, orucun zarar vermeyeceği başka hafif iş bulması gerekir. Hafif iş bulamazsa, işinde çalışarak, orucu bozması caiz olur.

Bunun gibi, ekin biçen kimseye Ramazan ayının orucu ziyan verirse, yani oruçtan dolayı, ekini biçemeyip, ekin telef olursa yahut çalınırsa [veya bina yapılamayıp da yağmurdan yıkılmak tehlikesi muhakkak olursa] ve bunları ücretle yapacak bulamazsa, oruç tutmayıp, bu işlerini yapmak caiz olur. İş bitince, orucunu tutar ve Ramazandan sonra da, tutamadığı günleri kaza eder. Günah olmaz. Susuzluktan hasta olması, ölmesi muhakkak olan herkes de, orucu bozup kaza edebilir. Kefaret gerekmez. (Redd-ül-muhtar)

Kazaya bırakmak
Sual:
Ramazanda sıcak günlerde oruç tutmayıp, kışın kaza edilse sevabı az mı olur?

CEVAP
Dînî bir mazeret olmadan, orucu kazaya bırakmak haramdır, büyük günahtır. Oruç ibadeti, dînî bir mazeretle kazaya bırakılırsa, kazası tutulunca kişi sadece cezadan kurtulur. Ramazan-ı şerifte tutulan sevaba kavuşamaz. Ömür boyu oruç tutsa, Ramazanda tutulan bir gün orucun sevabına kavuşamaz.

Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ benim ümmetime Ramazan-ı şerifte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir peygamberin ümmetine vermemiştir:
1- Ramazanın birinci gecesinde oruca kalkana, Allahü teâlâ rahmetle nazar eder. Rahmetle nazar ettiği kul artık rahmete kavuşmuştur, hiçbir korku yoktur.
2- İftar vakti, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.
3- Melekler, Ramazanın her gün, gece gündüz, oruç tutanların affolması için dua eder. Melekler günahsız olduğu için duaları kabul olur.
4- Allahü teâlâ, oruç tutanlara mahsus olarak Cennette bir köşk ihsan eder.
5- Ramazan-ı şerifin son günü, oruç tutan müminlerin hepsini affeder.)
[Beyhekî]

(Allahü teâlâ, Ramazanın her akşamı iftar zamanında bir milyon kişiyi Cehennemden azat eder.) [Deylemi]

Sual: Bir sıkıntı, ihtiyaç olduğu zaman, başlanmış oruç bozulabilir mi?

Cevap:
İhtiyaç, sıkıntı olunca, orucu bozmak caiz olur. Bahr-ür-râıkda deniyor ki:
“Bir ibadete başlayınca, bunu özür olmadan bozmak haramdır. Farz olan orucu bozmak için sekiz özür vardır: Hastalık, sefere çıkmak, ikrah yani zalimin zorlaması, kadının hamile olması, çocuk emzirmek, açlık, susuzluk ve ihtiyarlık.”

Zaruret hâlinde orucu bozmak
Sual: Açlık veya susuzluk gibi böyle zaruri durumlarda başlanmış oruç bozulabilir mi?

Cevap:
Konu ile alakalı olarak Uyûn-ül-besâirde deniyor ki:
“İnsanın kullandığı şeyler beşe ayrılır. Bunlar zaruret, ihtiyaç, menfaat, ziynet ve fudüldür. Kullanılmadığı zaman insanın helakine sebep olan yasak şeyi kullanmak zaruret olur. Kullanılmaması sıkıntıya, meşakkate sebep olursa, buna ihtiyaç denir. Faydası, menfaati olmayıp, yalnız gösteriş için kullanılan şeye, ziynet denir. İhtiyaç olunca, orucu bozmak caiz olur.

Bahr-ür-râıkda diyor ki; “Bir ibadete başlayınca, bunu özür olmadan bozmak haramdır. Farz olan orucu bozmak için sekiz özür vardır: Hastalık, sefere, yolculuğa çıkmak, ikrah yani zalimin zorlaması, kadının hamile olması, çocuk emzirmek, açlık, susuzluk ve ihtiyarlık.” Uyûn-ül-besâir kitabında bildirilen ihtiyaç, bu sekiz özürden biri demektir.

Buğday ekmeği, koyun eti, yağlı yemek, menfaattir. Tatlı yemek, ziynettir. Mubahları kullanmakta taşkınlık, fudüldür. Zaruret olunca, yalan yere yemin etmek caiz olmaz. Tariz söylemek, yani iki manalı kelime söyleyip yemin edilir. Aç kalanın ölmeyecek kadar leş yemesi, zaruret olur. Abdest alırken elbiseye su sıçraması, hayvan idrar yaparken, üstündekinin elbisesine sıçraması zarurettir.”

Filtrele

Geri